Finder toprak rengi bardağında duran şarabından son yudumunu aldı. Derin bir iç çekip:
- İşte böyle. Durduklarını sanmıyorum. Duracaklarını da. Belki de onlardan çoğu şu an aramızdadır.
dedi ve masaya kirlenmiş, nasırlı sağ eliyle iki kere vurdu. Bu hikayesinin bittiğini gösteriyordu. Herkes oturduğu masadan sandalyelerini çevirip önüne döndü. Hanı, bitmek bilmeyen, derin sohbetlerin uğultusu kapladı. Franchis nihayet yanımıza gelmişti. Bir yandan önündeki bardakları doldururken bize bakmadan:
-Pek iyi gözükmüyorsunuz.
Yavaş aralıklarla onaylayıcı şekilde kafamı salladım. Arkasını döndü ve masanın altından eskimiş 4 bardak çıkardı. Bardakların içine fıçıdaki şarabı doldurdu. Kendi bardağını havaya kaldırarak yüksek bir sesle:
-Şarabımı sadece ölüm durdurabilir!
diye bağırdı. Handaki herkes sıcak sohbetlerinden vazgeçip kadehlerini havaya kaldırdı ve ortalığı büyük bir uğultu aldı. Franchis'in bardağı indirmesiyle birlikte sohbetler yeniden ateşlenmişti.
Biraz sonra uzaklardan bir adam oturduğumuz bara doğru yaklaştı. Bize ve önümüzdeki dolu kadehlere bakıp gülümseyerek:
- Demek ki sadece ölüm durduramıyormuş
dedi. Adam 50 yaşlarındaydı. Uzun sakalı bembeyazdı. Bilgili biri olduğu anlaşılıyordu. Siyah pelerininin kapşonu saçlarını tümden kapatmıştı -tabii saçları varsa-. Bana doğru eğilerek "Beni takip edin" dedi titreyen sesiyle. Franchis'e döndüm ve kafasını aşağıya doğru onaylarcasına salladı. Dediğini yaptık ve han merdivenlerinden yukarı çıktık.
Yaram sızlıyordu. Omzumdan bahsetmiyorum. Kalbim. Biricik sevgilim. Emily. Gözlerimin önünde öldü. Bir şeyler yapabilirdim. Veya ben de orada ölmeliydim. Bazen düşünürsünüz ya. Her şeyi bırakıp sevdiğin insanla ölmeyi. Hatta dersiniz. "Benden önce ölme" Hayır. Bir yerlere vurmak istiyordum. Sol elimi sıktım. Omzum çok fazla ağrıdı. Anında elimi serbest bıraktım. Acısı dayanılmazdı. Ki O'nun acısı... Dayanamıyordum. Belki de kabul edemiyordum. Ölmemeliydi. Bir şeyler olmalıydı. Beraber atlamalıydık şelaleden. Çok iyi yüzerdi. Kleiman'a ihtiyaç duymadan ikimizi de kurtarabilirdi. Bizim amacımız sadece Emily'i kaçırmaktı. Masum sevgilimi. Evet masumdu. Zindandaydı. Bir kiraz bahçesinde yakalanmıştı. Hırsızlık ile suçlandı. Ama zaten bahçe babasınındı. Babası da o 11 denekten biri... Evet Konmark sahiplendi. Emily'nin bundan asla haberi olmadı. Söyleyemezdim. Dayanamazdım gözlerimin önünde ağlamasına. Omzumda gözyaşlarını istemezdim. Zindan çok tehlikeli ve aptalca fikirdi biliyorum. Ama bir şeyler yapmam gerekiyordu. Yapmasaydım onu orada öldüreceklerdi veya sonsuza kadar tutsak kalacaktı. Belki de Sayklon olarak karşıma çıkacaktı. Canını ben alacaktım. Bu daha da acı verirdi. Toparlanmalıydım. Daha yapacağımız çok şey vardı. Sayklonlar kasabaya ilerlemeden durdurmalıydık o yaratıkları. Eminim ki hiçbir savaşçı onlarla dövüşmek istemez. Kahraman olmanın sırası değildi. Tek başıma yapabileceğim bir iş de değildi.
Sonuçta hayatımda bir kere Sayklon ile karşılaştım. Henüz 17 yaşındaydım. Emily ile babasının kiraz bahçesinde oturuyorduk. Fazla açılmıştık. Konuştuğumuz konudan, birbirimize bakmaktan nereye geldiğimizi fark edememiştik. Falcony şehrinin surlarını uzaktan görebilecek kadar uzağa gitmiştik. Ormanlık alan sık ve uzun ince ağaçlardan oluşuyor. İki ağaç arası yaklaşık 1,5 metre genişliğinde. Hayvan türleri bakımından zengin bir orman ve bu yüzden Sayklonların avlanma ve kamp yeriydi. Uzaklaştığımızı fark etmiştim. Geri dönmemiz gerektiğini ikimiz de biliyorduk. Geriye döndük ve yürümeye başladık. Hava gittikçe kararıyor, güneş kızıllıkla batıyordu ve Emily'i ailesi çoktan merak etmişti bile. Benim ailem ise. Benim ailem yok. Sadece annemin beni doğururken öldüğünü biliyordum.
Hala yürüyorduk. Kiraz bahçesi tepeden gözükmüştü. Az kalmıştı. Bir çıtırtı duydum. Etrafıma baktım. Emily normal bi şekilde yürüyordu. Kısık bir sesle, "Sen de duydun mu?" dedim. Sesli bir şekilde "Neyi?" diye sordu. Cevap vermeden önüme döndüm. Bir çıtırtı daha. Ensemde ve belimde soğukluk hissediyordum. Dört beş adımdan sonra kafama ıslak bir şey geldi. Sanırım yağmur başlıyordu. Elimi attım. Ve elimi aşağıya indirirken elimin kırmızıya boyandığını farkettim. Elime dikkatlice baktım. Kandı. Bir kez daha damladı. Kafamı kaldırdım ve o anda Emily ince sesiyle "Morgan!" diye bağırdı.
Yukarıda, yaklaşık 2 metre üstümde bir yaratık vardı. Evet insan gibiydi. Ama yüzü yaralar içinde. Gözünün her tarafı kırmızı ve göz bebekleri kırmızılıktan gözükmüyordu. Kafama damlayan şey salyasıydı. Ve bir daha damladı. Yere doğru gerildim. O da gerildi ve üstüme atladı. Havadayken sağ ayağımı sol ayağımın arkasına götürerek üstüme düşmemesini sağladım ama tırnağı sağ kaşımın üstünü çizmişti. Kaşım açılmıştı. Gözümün altına doğru kanlar akıyordu. Emily çığlık çığlığa ne yapacağını bilmeden koşturuyordu. Sinir krizi geçiriyordu. Sayklon yeniden doğruldu. Ben de doğruldum. Hızlıca bir ağacın arkasına geçtim. Oldukça hızlı hareket ediyordu. Yaratık ağacın arkasına gelir gelmez sol yumruğumla suratına vurdum, kafası elim ile ağaç arasında gidip geldi. Pek acıtmamış gibiydi. Üstüme bir kez daha atladı. Çok güçlüydü. Baş edemeyeceğim belliydi. Arkadan kafasına bir taş geldi. Atan Emilydi. Hırlayarak arkasına baktı. Ve bir taş daha. Ayağa kalktı Emily'e doğru koştu ve üstüne atıldı. Emily'i duvara sıkıştırmıştı. Hızlıca doğrulup koşarak üstüne atladım. Sırtından yakalamıştım. Beni sırtında etrafa sallıyordu. Parmaklarım ile gözüne bastırdım. Hızlıca arka arka gelerek beni bir ağaç kütüğüne çarptırdı. İleri gitti. Ve bir daha çarptırdı. Emily ağlıyordu. Kemiklerim eziliyordu. Tekrar ileri gitti ve bir kez daha çarpacakken sol elimle ağacın yeni filizlenmiş dalından kavradım, tam boynuna denk geliyordu. Sağ elimle de çenesinden tutup sol tarafa doğru çevirdim. Ve sırtım kütüğe çarpar çarpmaz dalı gırtlağına geçirdim. Birden yere yığıldı. Üstünden inip hemen Emily'i arkama aldım. Yaratığı can vermesini izlemeden oradan ayrıldık. İlk Sayklon leşimdi. Ve sonum olacağı anlamına gelmiyordu. Kılıcımızı insanların uğruna salladıkça egemenlik insanların olacak. Güleceğimiz günleri bekliyorum. Gülme sırası bizde. Artık kılıçlarımız Falcony şehrinin gölgesinde değil, Lander şehrinin güneşi altında parlayacak. LA RIVOLUZIONE E' INIZIATA... (Devrim başladı...)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ve Şeytan Ağlamaya Başladı
Science Fiction"Pekala. Bana söyleyin. O güzel duygularınız ile kaç defa hata yaptınız? Bunlar sizi kaç defa pişman etti? Sorunun yanıtı sizin bildiğiniz şeyler. Peki bildiğiniz halde duygularınızdan neden vazgeçmiyorsunuz? Amacınız acı çekmek mi? Aşık olmak mı? T...