Atların üstünde yavaşça ve temkinli bir şekilde ilerliyorduk. Viogletti'nin ölümü üzerinden yaklaşık olarak 5 saat geçmişti. Bize işe yarayabilirdi iyi bir iz sürücüydü fakat böyle olması gerekiyormuş. Viogletti'nin bahsettiği bölgelerden geçiyorduk. Neredeyse geçtiğimiz her çalının yanından korkunç bir hırıltı geliyordu. Sayklonlar'ın bölgesindeydik. Tek Sayklon bir savaşçı gruba saldırma cesaretinde bulunamaz fakat burada olduğumuzdan haberleri olursa bir anda çok fazla kişi olabilirler. Hemen şu lanet yerden çıkıp Coraggioso'yu bulmamız lazımdı. Hemde hemen.
Toprak epey kuruydu. At nalları bu şekilde çok fazla ses çıkarıyordu. Yol boyunca kimseden ses çıkmıyor. Herkesin gözü kulağı tetikteydi. Hava kararmaya başlamaktaydı. Tekrar bir kamp yeri bulmak için plan yapmamıştık. Çünkü hesaplarımıza göre 2 saat önce Coraggioso'nun yanında olacaktık. Fakat savaş her şeyi bozmuştu.
Devam ediyorduk. Güneş batıyordu. Ağzımızı hala bıçak açmıyordu. Hava iyice kararmıştı. Bu ormanda kuş ötüşmeleri filan yoktu. Yerine yaprak kımıldamaları, çıtırtılar ve arada duyulan hırıldamalar. Yavaşça yol almaya devam ediyorduk. Sessiz gitmemiz neredeyse imkansızdı. At nallarının sesi büyük problemlere yol açacaktı. Hissedebiliyorum. Atları bırakıp devam etmeliydik fakat Stingy'i burada yalnız başına bırakamazdım. Hava iyice kararmıştı. Devam ediyorduk...
En önde ben arkamda Crispy onun da arkasında Kleiman olacak şekilde dizilmiştik. Tekrar bir hırıltı duyduk. Her zamanki gibiydi. Aldırış etmeden yola devam ediyorduk. Stingy birden huysuzlanmıştı. Durdu ve kişnemeye başladı. Kişneme sesi ormanda yankılandı. Bir hırıltı duyuldu. Sonrasında bir hırıltı daha. Ağaçların arasından gölgeler hızlıca hareket ediyordu. Lanet olsun artık gitmeliydik. Crispy'e baktım ve Stingy'i koşturmaya başladım. At nalları sesi artık daha da gürleşmişti. Hırıltılar çoğalmaya başladı. Tam o sırada sol taraftan bir gölge Crispy'nin üstüne atıldı. Atla birlikte yere yuvarlandı. Kleiman ile atlardan inip savaş pozisyonu aldık. Crispy'e baktım. Lanet olsun kanlar içinde yerde yatıyordu. Gözlerime inanamıyordum. Kafasız vücudu yerdeydi. Çocukluk arkadaşım. Crispy. İnanamıyorum. Birden sağ tarafımda duran Kleiman'da çalılar arasında kayboldu. Bağırarak baltasını salladı ve Sayklon'un kafası önüme düştü. Ama birden bir ok Kleiman'ın gırtlağından girip arkasındaki ağaca saplandı. Gözlerime inanamıyordum. Arkadaşlarım! Hızlıca Stingy'e atladım ve kaçmaya başladım. Arkama bakamıyordum. Kalbimin ritmini duyabiliyordum. Kaçmalıydım bu lanet yerden. Crispy'nin sesi kafamın içinde yankılanıyordu.
-Morgan, Morgan!
Gözlerimi açmıştım. Crispy kılıcının kınıyla beni dürtüyordu. Nasıl. Nasıl olabiliyor. Her şey normaldi. Yolumuza devam ediyorduk. Kleiman arkadan fısıldadı:
-At üzerinde at gibi uyumakta bir numarasın!
Hala gördüğüm o şeyin şokundaydım. Bu bir his miydi? Rüya mıydı? Stingy'i durdurdum. Mataradan elime su döküp yüzümü yıkadım. Crispy:
-Sen iyi misin dostum?
-Atları bırakıp yola devam etmeliyiz Klei. Hemde hemen.
diyerek Stingy'den indim. Bu bir sinyaldi. Atları burada salarsak peşimizden gelebilirlerdi ve bu bize zorluk çıkarabilirdi. Kılıcımı çektim ve Stingy'nin ağzını kapatarak yavaş bir şekilde boğazını kestim. Eski dostumun koca cüssesi yavaşça yere yığıldı. Duygular zayıflık getirmekten başka bir şeye yaramıyordu. Kleiman ve Crispy şaşkınlık içinde bakıyorlardı. Kılıcımı kınına koyup yola devam ettim. Onlar da atlarını geldiğimiz yöne doğru saldılar. Kleiman yanıma gelip:
-Dostum. O... Orada...
Kafamı sallayıp:
-Duygular zayıflık getirir Klei, unutma bunu. Bir düşün onca cesur insan neden öldü bu dünyada. Onca aşık, onca korkak. Çok meşhur bilindik bir hikaye vardır bilir misin Klei?
Kafasını hayır anlamında salladı. Devam ettim:
-Yetimhanede bir çocuk varmış. Çok kötü bir çocuk. Hırsızlık yapmış. Adam yaralamış. Ve günün birinde bu çocuğa sahiplik yapacak koruyucu bir aile çıkmış. Çocuk bu aileye katılmış. Çocuk hırsızlık yaparken bu iyi aile ona kucak açmış. Çocuk birini dövse yine bu iyi aile ona kucak açmış. En sonunda çocuk gerçek mutluluğa erişmiş. Sevildiğini hissetmiş. Günün birinde bu iyi aile boğazları kesik halde evlerinde ölü bulunmuş. Ve evden ahşaptan yapılmış bir oyuncak araba çalınmış. Tam da bir çocuğun alabileceği bir türden. Sence Klei söyle bana çocuk onları neden öldürmüş? Tam da mutluluğa erişmişken.
Kleiman gözümün içine baktı. Devam ettim:
-Çocuk bir gün o koruyucu ailesinin ona katlanamayıp onu sokağa atacağını veya o bi şeyler çaldığında ona kızacaklarını düşüncesini kabullenememiş. Ve bunları görmemek içinde bunu yapmış.
Kleiman:
-Ya duygu?
-Duygu sensindir Klei. Çocuk çalan, kötülük yapan çocuk olmalı dimi? Bu hayatta kendimiz olmalıyız. Duyguların esiri değil.
Kafasını salladı onaylamadığını biliyordum ve yol boyunca sessizce devam ettik. Hava yavaşça aydınlanırken uzaktan küçük bir çiftlik göründü. Varmış olmalıydık. Yol bitmişti...
Benden korktukları belliydi. Böyle olmamdan. Duygularıyla hareket eden insan pişman olmaz fakat yanlış şeyler yaptığının da farkına varamaz. Zaten çoğu zaman doğru sandığımız şeyler yanlış değil midir? Yoksa hayat neden varolsun ki? Yanlışlarla dolu bir dünyada duyguyu hiçe sayıyorum çünkü hata yapacak kadar şansım yok. Kendim için değil kolonimin özgürlüğü için yaşamaya söz veriyorum. Ünlü bir İtalyan atasözündeki gibi:
Vivi e lascia vivere... (Yaşa ve yaşat...)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ve Şeytan Ağlamaya Başladı
Science Fiction"Pekala. Bana söyleyin. O güzel duygularınız ile kaç defa hata yaptınız? Bunlar sizi kaç defa pişman etti? Sorunun yanıtı sizin bildiğiniz şeyler. Peki bildiğiniz halde duygularınızdan neden vazgeçmiyorsunuz? Amacınız acı çekmek mi? Aşık olmak mı? T...