Dediğim gibi. Vakti gelmişti. Hava kararmadan varmak mümkün değildi fakat belirli bi yol katetmeliydik en azından. Büyük ihtimalle yol molalarla birlikte yaklaşık 2 günümüzü alacaktı.
Atları iplerden kurtarıp üzerlerine atladık. Kılıçlarımı ve cephanemi yokladım. Atımın eğerini kontrol edip Güney'e doğru yöneldim. Bekleyecek hiçbir şeyim yoktu. Veya beklemeye değecek. Yavaşça şehrin surlarına doğru ilerliyorduk. At nalları taş patikada ritim tutuyordu. Uzaklardan aniden bi ses duydum:
-Morgan!
Bu küçük Martin'in sesiydi. Atımı durdurup ona doğru yöneldim. Derin bi soluk aldı nefes nefese bi şekilde:
-Morgan, Finder sizi hana çağırdı söyleyeceği bir şeyler varmış.
Crispy ve Kleiman'a döndüm. Bana bakıyorlardı. Kafamla onayladım, yavaşça hana doğru yola koyulduk. Şehir loncasının hemen yanında idi han. Bir iki ev geçtikten sonra varmıştık. Pelerinimi toplayarak attan atladım. Martin atlarımızı aldı ve zilli tahta kapıdan içeri girdik.
İçeri girer girmez Finder atıldı:
-Ah Morgan çocuk yetişemeyecek de gideceksiniz diye çok korktum.
Kapşonumun ucunu toplayarak tebessüm ettim. Devam etti:
-Yolculuğunuza çıkmadan önce size bir iz sürücü ayarlayabilirim.
Sağ baş parmağım ile arkamda duran Crispy'i işaret ederek:
-Gerek duyacağımızı sanmıyorum.
Finder sesini koruma içgüdüsü ile biraz daha yükseltmişti:
-Orada sizin neyi karşılayacağını bilemezsiniz. Kaç zamandır yola çıktığınız yok. Nerenin güvenilir nerenin tehlikeli olduğunu bilmiyorsunuz. Oraya sürekli gidip gelen birisi lazım. Altın için değil de benim hatrım için kabul etseniz. En azından gözümün önünde büyüyen çocuklar hakkında daha fazla endişe duymam ha?
Sanırım Emily'i kastetmişti. Başımı öne eğdim.
-Tamam Finder, dedim sağ elimle sol omzuna vurarak.
+Hemen gelirim, hemen. Kaybolmayın bi yere.Yüzümüzde bi tebessüm belirdi. Finder hışırtı ile yukarı kata çıktı bizde Franchis'in bulunduğu bara oturduk. Crispy sabahtan beri suskun olan Franchis'e dönerek:
-Bi şey demeyecek misin?
Franchis temizlediği topraktan yapılmış bira bardağını tezgaha bıraktı ve tebessüm ederek:
-Cris, siz benim çocuklarım gibisiniz. Wergher'e noldu. O da benim oğlumdu dimi. Öz ve öz. Onu bu yolda kaybettim. Ve ona gitmeden önce demiştim ki eğer ölürsen seninle ömür boyu küs olurum. Ceset torbasına soktuğu o Sayklonlar onun mezarını kazdı. Buna inanamıyorum biliyor musunuz. Hala şu kapı her açıldığında içeri girecek diye bekliyorum hala. İnanın beyin olarak çok kolay da olsa kalp inanamıyor. Bakın çocuklar, beyler. Hepinizi çok severim bunu bilirsiniz. Size elimden geleni yapmaya çalışırım küçüklükten beri bunu da bilirsiniz. Artık birilerine küsmek istemiyorum anlıyor musunuz? Artık daha fazla acı çekmek istemiyorum. Burada bütün gün ayyaş adamların nefesini koklayıp uyduruktan dertlerini dinliyorum. Peki bir kişi bana derdin ne Franchis diye sordu mu? Benim derdim ne biliyor musunuz çocuklar? Benim derdim öldürülmüş yakınlarımı bir ayyaşa anlatmak. Benim derdim küçükken esnafların camlarını kıran çocukları hanıma alıp saklamak, acaba bunları nasıl kurtarırım diye düşünmek. Veya üçünüzün de kız arkadaşı dertlerini dinlemek. Gitmek istiyorsunuz, ki gidin. Ama eğer beni bırakacak oğullarımdan edecek olursanız bir kişiye daha küsmeye tahammülüm yok anlıyor musunuz?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ve Şeytan Ağlamaya Başladı
Science Fiction"Pekala. Bana söyleyin. O güzel duygularınız ile kaç defa hata yaptınız? Bunlar sizi kaç defa pişman etti? Sorunun yanıtı sizin bildiğiniz şeyler. Peki bildiğiniz halde duygularınızdan neden vazgeçmiyorsunuz? Amacınız acı çekmek mi? Aşık olmak mı? T...