<><><>
"Yanlış düşünebilir,
yanlış anlayabilir
veya yanlış yapabilirsin;
ama yanlış hissedemezsin."
-Edith Wharton<><><>
Öykü sabaha kadar neredeyse hiç uyuyamamıştı. Dönüp durmuştu yatakta. Gözünü kapattığı an Akın'ın gidişi geliyordu aklına. Ona yakınlığı... O an. Onu öpmeyi düşündüğü o büyülü an. Aklından çıkmıyordu bir türlü. Kerem'e söylediklerini tekrar ediyordu içinden. "Aramızda bir şey yok. Olmayacak." Sanki tekrarlayınca kalbi vaz geçecekti Akın'ı düşünmekten. Fakat kendisi bile inanmıyordu buna. Bir şey vardı. Tuhaf bir şey. Hissediyordu Öykü. İçinde bir yerlerde bir kıvılcım yavaş yavaş ilerliyordu kalbine doğru. Tehlikenin gayet iyi farkındaydı. Fakat bir yanı da durdurmak istemiyordu. 'Bırak, yansın kavrulsun ama onun canı yanmasın, o gitmesin...' diyordu. Yapabilir miydi? Bırakabilir miydi? Bi cesaret kalbini dinleyebilir miydi?
Zor... Öykü yapamazdı. Kim olursa olsun, masum birinin arkasından iş çeviremezdi. Kerem'e bunu yapamazdı. Karşısındakinden nefret bile etse, kimseyi aldatamazdı ki Öykü. Sırf sevdi diye yapamazdı. Ne kendisinin ne başkasının gururunu kırmazdı. Kötü biri olamazdı.
Hem neydi ki yani? Akın yakışıklıydı, eğlenceliydi Öykü de buna kapılmıştı. Unutulmayacak hiçbir şey yoktu ki! Arasına biraz mesafe koyar uzaklaşır kesip atardı. Her şey biterdi işte. Biterdi. Bitirebilirdi.
Öyleyse neden hala uyuyamıyordu? Ne gidip ne var ne yoksa söyleyebiliyordu, ne her şeyi silip yoluna devam edebiliyordu. Arada kalmıştı. Arada bir yerde sıkışıp kalmış boğuluyordu sanki.
Elini yavaşça kolyeye götürdü. Sanki onu bir kobra gibi sarıp boğmaya başlayan kolyeye. Tonlarca ağırlıktaydı sanki minicik taşlar. Yataktan kalkıp çıkardı kolyeyi. Masanın üzerine bırakıp derin bir nefes verdi. "Playboy." Gözlerini kapattı. Kendisini buna inandırmak istiyordu. Tekrar tekrar söyledi bunu. Defalarca.
Ama olmuyordu. Unutamıyordu. Akın'ın onun için yaptıklarını, onu güldürüşlerini, kızdırışlarını, ona ders verişlerini... Gitmiyordu. Kazınmış gibi hala gözünü kapatınca kulaklarında sesi çınlıyor gözünün önüne o geliyordu.
"Off!" Sinirle çıktı odasından. Gecenin bir vakti ay ışığının yansımalarını takip ederek indi basamakları. Sonra salona ilerleyip bardan bir şişe aldı. Ses çıkarmadan açıp odasına yürüdü tekrar. Başka türlü uyuyamayacaktı. Belli olmuştu. Şişeden bir yudum aldığında acı viski tadı önce hem ağızını hem boğazını yakmıştı. Ama umursamadan devam etti. Bir süre sonra o his geçmişti. Boğazı değil artık içi yanıyordu yavaş yavaş. Üzerindeki hoddieyi bir tişörtle değiştirip birkaç yudum daha aldı. Sonra camı sonuna kadar açıp öylece dışarıyı seyretmeye başladı. Başka şeylere odaklanmaya çalışsa da aklına gelen tek şey Akın'ın onu kapının önünde bekleyişleriydi. Gözlerini yoldan alıp göğe çevirdi. Rüzgar soğuk soğuk estiğinde birkaç yudum daha aldı. Yıldızlar, ay, bulutlar... Ne güzeldi. Onun gözleri gibi ışıldıyorlardı. Ama onun gözleri daha sıcak bakıyordu. Uzak değil daha yakındı. Ama artık önemi olmasa da... Gidiyordu işte. "Yarın uçağa binip o yıldızların arasından kayıp gidecek..." Güldü burukça. Kafası hafif hafif dönmeye başladığında pencereden uzaklaşıp yatağa attı kendini. "Bir daha yüzünü görmeyeceksin!" Güldü. "Defolup gidecek hayatından!" Bir kahkaha attığınca içinin acısını bastırmaya çalılıyordu aslında. "Gidecek işte!" Sesi titremişti. Yutkundu. Gözleri yanmaya başlamıştı. "Gidecek..." Bir damla gözlerinden yastığa düştü. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. "Unutacaksın onu." Bedeni yavaş yavaş uyuşmaya başlamıştı. "Unutacaksın Öykü" Sadece nefesinin ve rüzgarın sesini duyuyordu. Zaman durmuştu sanki. Sessizlik çöktü dünyaya. Gözleri giderek ağırlaştı. Uykuya dalmak üzereydi. Ama fark etmemişti. O an istemeden de olsa dili kalbinin istediklerini söylemişti. "Gitmesin..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vazo
General FictionBir vazo gibi, bir defa çatladı mı çatlamaya devam ediyor hayat. Ta ki vazoyu paramparça edene kadar. Ağır ağır ilerlese de çatlak, durdurulamaz ki zaman.