<><><>
"Küçük bir mutluluk istiyorum.
O kadar küçük olsun ki,
istemesin kimse benden onu."
-Nazım Hikmet<><><>
Öykü içeri gideceği sırada onlara bakan Akın'a benzeyen uzun ince bir adamı gördüğünde kalakalmıştı. Murat'ta ondan çok farklı değildi onu gördüğünde. "Merhaba... Murat ben." Elini uzattı.
Akın ekledi. "Abim. Bahsetmiştim."
"Evet evet. Hatırladım." Öykü, Murat'ın elini sıkıp devam etti. "Öykü." Sonra Akın'a döndü. "Akın özür dilerim... Yani bu saatte gelmem falan..."
"Sıkıntı yok uyumuyordum zaten. Rahatsız etmedin. Geç içeri gel."
Murat, Öykü içeri yürürken Akın'a kaş göz yapıp sırıtıyordu. Akın hemen onun yanına gidip konuştu. "Abi bak bir şey çaktırırsan..."
"Gecenin bu saati kız kapına gelmiş Akın. Bi sarılmalar bi bişeyler... Asıl sen çaktırma bence."
Akın, Murat'a vurup içeri yürüdü. "Abi bi git işine ya!" Murat gülüyordu.
Öykü çantasını salondaki koltuğa atarken mutfak tezgahındaki sürahiden boş bardağa biraz su doldurup içti. Sonra salondan ona bakan abi kardeşe baktı. Ne söyleyecekti? Bilmiyordu ki. Bir süre öyle sustuklarında Akın hemen konuşmaya başladı. "Çay, kahve falan ister misiniz?" Öykü başını iki yana salladı. Murat'ta elindeki kahve kupasını gösterdi. Akın tekrar susup masaya yaslandı. Öykü'nün kıyafetine bakılırsa bir buluşmadan geldiği belliydi. Üzerinde arabasının renginde masmavi bir bluz ve siyah bir kot vardı. Fazla aksesuarı olmasada çok güzeldi. "Özel... bir yerden geliyorsun heralde?"
"Öyle." Öykü gözlerini kaçırdı. Sonra gözlerini kapatıp utanır gibi konuştu. "Kerem... O bıraktı beni buraya."
Akın yüzünü buruşturdu. Murat'ta farklı bir tepki vermemişti. "N-nası?"
"Öyle işte." Öykü sadece yere bakıyordu. Daha fazla konuşmadı. Boğazındaki yumru yüzünden ağlamaklı konuşmak istemiyordu. Neden ağlamak istediğini de bilmiyordu. Tek bildiği, Akın çok iyiydi. Çok. Ve bu tuhaf bir şekilde artık acı veriyordu Öykü'ye. Ona sarılıp saatlerce sadece onun kalbinin güzelliği için ağlayabilirdi. Yine bir sessizlik bastı ortamı.
"Kötü bir şey mi oldu?" Akın hem umut hem korkuyla sordu. Öykü gözlerini kapattı. Çünkü gözleri dolmaya başlamıştı.
Öykü başını iki yana salladı ve omuz silkti. Sonra boğuk bir sesle konuştu. "Bilmiyorum..." Gözlerini Akın'a çevirdiğinde kıpkırmızı gözleri Akın'ın kalbine kalbine batmıştı.
Murat bardağını bırakıp yutkundu. Belli ki Öykü'nün anlatmak istedikleri vardı. "B-ben... Artık yatayım. Malum yoldan geldim. Öykü! Tanıştığımıza memnun oldum. İyi geceler size." Hafifçe gülümseyip kaçar gibi merdivenlerden çıkıp gözden kayboldu.
Akın, Öykü'nün yanına ilerledi. Öykü gözlerini silip ona baktı. Akın sakin bir tonda sordu. "N'oldu?"
"Bir şey olmadı... Sadece." Öykü iç geçirip ofladı. "Akın kafam çok karışık. Çok."
"Anlat bana. Dinlerim."
"Anlatırım ama... Kızgınlığım en çok sana Akın."
"Yine mi?" Öykü başını salladı. Akın şaşırmıştı. "Neden?"
"Bi öylesin bi böylesin." Akın kızı anlamaya çalışıyordu. "Bi... Bi diyorum... Çok iyi. Çok... Çok güzel bi kalbi var... Sonra bir şey yapıyorsun..." Ellerini havada salladı. "Püf! Her şey toz duman. Kafam allak bullak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vazo
General FictionBir vazo gibi, bir defa çatladı mı çatlamaya devam ediyor hayat. Ta ki vazoyu paramparça edene kadar. Ağır ağır ilerlese de çatlak, durdurulamaz ki zaman.