Bu gece kaçıncı defa daha böyle ayaklarım birbirine dolanmıştı artık saymak aklıma gelmiyordu. Çıkışa ulaşan merdivenleri çıkarken vestiyere verdiğim deri ceketimi dahi almadan direk çıkmak istiyordum buradan. Bu kırmızı ışıklar her yerdeydi. Kaç diyorlardı bana, tıpkı barmenin söylediği gibi. Kaç.Böyle şeyler artık yaşamayayım diye kendime yasakladığım tek kuraldı tehlike ve boşuna yasaklı değildi. Üzerine boşuna kırmızı çizgi çekip asla ama asla yaklaşmamam gerektiğini unutturmuyordum kendime. Düşüncelerimi canlı tutmak zorundaydım. Aynı şeyleri durmadan yaşayamam. Bu sefer olmaz. Bir daha olmaz. Şimdi olmaz. Tam normal bir hayat kurmuşken kendime hem de..
Çıkışa ulaşmam için geçmem gereken koridoru dönmek üzereyken köşede bekleyen iri yarı iki koruma yoluma çıkmıştı. Hay lanet girsin böyle işe. Geldiğimi gördükleri için oldukları yerde sanki olabilirmiş gibi daha çok irileşmişlerdi.
"Beyefendi üzgünüm ama aksi emredilene kadar içerideki siz misafirlerimizi dışarı bırakamıyoruz."
Buradan çıkamamak mı.. Hızlanan, sıklaşan nefeslerim yaklaştığını önceden haber veriyorken hemen şu an buradan çıkmam lazımdı.
"Bakın gitmem lazım, bir yere yetişmeliyim acil-acilen."
"Gerçekten üzgünüz ama kesin talimat var bu konuda çıkamazsınız."
Hayır, hayır, hayır, hayır..
Rahatça nefes almam gereken yer birkaç adım uzağımdayken önüme serili iki barikatı geçmem imkansızdı. Baş edemezdim. Altından kalkamazdım. Bu halde asla yapamazdım. Geri içeriye yürürken aklıma gelen yerle insan kalabalığının arasına dönsem bile tuvaletlerin olduğu koridora sapıp yangın çıkışından çıkmayı denemeliydim.
Orası akıllarına gelmemiştir belki. Denemeliydim. Ciğerlerime doluşturduğum sadece ter kokan nefes yetmezken alnımdan şakaklarıma kayan ter artık ensemde olduğunu fısıldıyordu. Hemen çık buradan. Ama son umudum ise demir kapının önünde, kulağındaki kulaklık ile konuşan korumayı görmemle yıkılmıştı. Kapana kısılmıştım. Ben bir deney faresi değildim ama küçük bir kutuda kuyruğumu kıstırmış kendime kaçacak delik bulamıyordum.
Uzun zamandır aklımı meşgul ettiğim tüm anılar gözlerimin önüne geliyordu. Önümde sürünüyor ve ayağa kalkacak gücü kendilerine geleceğini biliyorlardı. Geliyorlar. Geliyor ve gerçekliğime karışıyorlar. Kimdi bu karşımdaki insanlar. Tanıyor muydum gerçekten yoksa geçmişin izlerini ellerime, kollarıma, aklıma, ruhuma, kalbime tekrardan kazımaya gelen birer hayalet miydi sadece.. Boğazımdaki eller nefes almamı olanaksız hale getirmek üzereyken nereye gittiğimi bile bilmeden koşar adımlarla kırmızı ışığın yerini mavi neon lambalara bıraktığı koridorun sonundaki odaya kedimi atabildim zorla.
Bu boğazımdaki eller benimdi ama beni nefessiz bırakan oydu..
Karanlık odaya vuran ışığa yönelip perdeyi aralayınca gördüğüm yere kadar olan Fransız camı sonuna kadar açtım. Yüzüme vuran hava birden genzime doluşunca başım dönmüştü. Dizlerimin üstüne düştüm ama bu acı sadece gördüğüm kırmızı rengin kime ait olduğunu anlatıyor, gösteriyordu bana. Tüm alamadığım nefesleri bir solukta içime çekerken birkaç saniye öncesi halime göre daha rahattım.
Kapıdan kovduğum tüm o hayaletlere orta parmağımı kaldırıp bu seferde yetişemedikleri için seviniyordum. Ne kadarda dengesizdim böyle. Az önce ölecek olan ben değilmişim gibi şimdi gülümseyen yüzüm yavaş yavaş yerini kahkahalara bırakmıştı. Nasıl öyle gülebildim, kahkahalarım odayı kapladı bilmiyorum. Her gelen panik atak öyle durumlara, hallere sokuyordu ki beni alışmıştım artık. Yeterince gülüp yine sessizliğine bürününce geriye doğru yaslanıp başımı kapı pervazına yaslarken dizlerimi de kendime çekmiş ve dizimdeki yarayı incelemiştim. Önemli değildi ama iyi bir pansumanı hak etmişti yine de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vagos
HumorKüçük semtlerde, büyük bedeller ödendi. (Bright ve Win'in hayatları artık elimde.)