Eve giden yolu tüm sessizliğimle bitirmek istiyordum. İlk defa Bright ile geçirdiğim zamanın saatler gibi geçtiği nadir anlardan biriydi bu. Daha önce tatmadığım bir duygu. Ama başından beri sevmediğim ve sevmeyeceğim bir duygu da. Aklından bir sürü şeyi geçirdiğini biliyordum. Her bir ihtimalin ne kadar gerçekleştiği üzerine kendiyle girdiği bir savaştaydı. Öylesine kitlenmişti ki bu saplantılı düşüncelerine belki de hala yanında olduğumun farkında değildi. Ya da farkındaydı ve bile istete benimle konuşmamayı seçiyordu.Evine giden yolda olduğumuzu daha önce geçtiğimiz ağaçlı yolun tanıdık hissiyatıyla anladım. Birer ikişer artık azalırken o devasa malikaneye giden bahçe kapısını geçip az sonra garajı olduğunu yeni öğrendiğim arka tarafta durdurdu arabayı. Beni beklemeden çıkınca bende durmanın gereksiz olduğunu bildiğimden peşinden çıkıp eve girdim. Adımlarımı temkinli atmaya dikkat ediyordum. O aklından geçirdiği her ne ise kendine işkence ettiği belliydi ve nasıl tepki vereceğini bilemiyordum. Salonu es geçir odasına çıkmıştı ve hala peşinden ayrılmayıp takip ediyordum bende. Bir adım arkasındaydım.
Odanın kapısını ardımdan kapatıp içeri girdim bende. Hareketlerimin bir tutarı yoktu ve olmalı mıydı aslında bilmiyorum. Bu daha önce yaşamak zorunda kalmadığım bir durum ve ne demem gerektiğini bilmiyorum. Hoş oturduğum koltuğun önünde fısıltı şeklinde söylenerek volta atan bir Bright varken söze girmeye bile çekiniyordum ama bunu daha fazla ertelemek akıl sağlığı için hiç iyi olmayacaktı.
"Hey."
Sesimi hemen fark etmiş ve arkası dönük halde durmuştu yerinde. Bana bakmaya korkuyor bile diyebilirim şu an. Aslında her türlü fikri yürütmekte serbest sayılmalıydım.
"Yanıma gel Bright."
Sağ ayağını geriye attı, gelmek istiyor ve bir şeyler engel oluyordu sanki ona. Korkuyordu. Korkuyordu çünkü ellerinin titrediğini görebiliyordum rahatlıkla. En karanlık anlarının, en umursamaz, en aşık anlarının her birini iliklerime kadar yaşadığım adamın bana kırılmamadan korkarcasına bakıyor oluşu kalbimin derinlerinde bir yerleri acıtıyordu. Yavaşça yanıma gelip dizlerimin önüne çöktü. Artık bana kafasını kaldırıp bakıyordu. Elinin uzatıp yanağıma koydu ve belli belirsiz dokunuşlarını hissettim. Sanki sarsa kollarıyla beni, sıkıca sarsa kırılacaktım gerçekten.
"Beni özlemedin mi?"
Kaşları anında çatıldı. Kim bilir ben yokken etrafını ne kadar kırıp dökmüştür. Kendi canını acıtmaktan geri kalmamıştır.
"Meleğim..."
Diğer eli de yüzümü bulunca başını dizlerime yasladı. Saçlarının arasına daldırdığım parmaklarımla bense sevdiğim günlerdir özlemini çektiğim adamın saçlarını.
"Eğer seni bulamasaydım, eğer sana geç kalsaydım ben, ben..."
"Ama buldun beni, yanındayım artık buradayım."
Sayısız insanın derdini omuzlarına yük diye bindirmiş bir adamın hayatına aldığı bir adam için çıldıracak kadar aklını kaybetme olasılığı milyonda kaç ihtimaldir bilmiyorum. Daha önce hiç bu kadar sevilmedim birileri tarafından. Kimse için bu kadar önemli olmadım. Geri planda başkalarının hayatında olup biten güzel şeylerin bir seyircisi gibi tek görevim mutluluklarını alkışlamaktı ve ben iyi bir görev adamıydım bunca sene. Ama artık figüran olmadığım bir hikâyemin olduğunu, daha doğru bu hikâyeyi benim için yazan ve bana baş rolü oynadığım mükemmel bir an sunan birine sahip olmak anlatabileceğim bir duygu değil.
Ölü gecelere, ölü gecelerin insanlarıyla dolu olan kafamın içinde bir ışık. İnsanların ölüp ölüp doğduğu, sayısız kere dirildiği zindanıma doğan ışık. Güneş kadar parlak değil ama önümü aydınlatmaya yetecek kadar yansıyan ay ışığım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vagos
HumorKüçük semtlerde, büyük bedeller ödendi. (Bright ve Win'in hayatları artık elimde.)