Kaldırım taşlarıyla tutturduğum oyunu bozmadan seke seke durağa doğru ilerliyordum. Kulağımda en sevdiğim şarkılardan biri açıktı her zaman olduğu gibi. Her sabah bunu bir rutin haline getirmek oldukça hoşuma gidiyordu itiraf etmem gerekirse. Sevdiğim şeylerin peş peşe sıralandığı harika bir rutin. Öyle çok bağlandığı bir şeyden kopamayan tiplerden olmasam da ilk kalktığımda içtiğim sade kahve, hazırlanırken bileklerime yayılmasına izin verdiğim koku..Koku.
Aklımda kalan bir koku. Tanıdığım birinin şekline bürünmüş bir koku hatta. Tekrar duyumsamak için gereksiz duyduğum özlemle hatıralarıma gelen biri. Bir haftadan uzun zaman oldu o geceden beri. Bir daha hiçbir yerde karşıma çıkmamıştı, çıkmasını istediğim halde. Uğraştığım her iş, konuştuğum her insan bana onu hatırlatmak istiyordu ve bu isteği yerine getiriyordum bende zevkle.
Göz ucuyla baktığım her an arkamda görebilmeyi deli gibi arzuluyordum o karanlığı. Her geçen gün, her heveslendiğimde onun orada olmayışı bu isteğimi söndürmüş olmasaydı tabi.
Stüdyoya yakın sayılan durakta indim kulağımda hala Travis'den kalan sözler yankılanırken. Kahvaltıyı es geçtiğim için köşedeki pastaneden aldıklarımla stüdyoyu açmıştım çoktan. Kendi odamın temizliğini bitirip sonunda aldıklarımı yemek için pencere kenarına oturduğumda çalışanlar birer birer doluşmaya başladı içeriye. Başımla selam verip telefonumu elime aldım. En son ki çekim yaptığımız ünlülerden biriyle tekrar anlaşma imzalamamız gerekiyordu ve hala kim olması gerektiği konusunda bir karara varılmadığından listeye şöyle bir göz attım.
"Art buraya gelir misin?"
Çalışmaktan keyif aldığım kişileri işaretleyip son bir kez daha listeye bakıp kapattım. Artık birini seçmemiz gerekliydi çünkü ayarlanan çekim gününe az kalmıştı.
"Bu kişilerin menajerleri ile iletişime geçip istediğimiz tarihte kimin müsait olduğunu öğren ve bana haber ver gün içinde olur mu."
"Peki efendim."
Çalıştığım yerin sahibi olmayı istemiştim zamanında. Bir birikimim yoktu veya arkamda sağlam duracak bir babam. O yüzden sadece müdür olabilmiştim bu aşık olduğum yere ama bu bile şimdilik yeterliydi bana. Yetmeliydi.
"Hey."
Art ile konuşurken fark etmediğim kadın karşıma geçip oturmuş ve elindeki kahveleri masaya bırakmıştı bile.
"Çok çalışıyorsun bebeğim, ara ver biraz lütfen. O sürtük patronun iyi bir dersi hak etti."
"Ya ya ne demezsin. O kadar çalıştırıyor ki beni baksana parmaklarımın ucu nasırlaştı makinelerle ilgilenmekten."
"Bununla ben ilgilenirim hayatım sen hiç merak etme."
Yaptığımız konuşmanın saçmalığı ben güldürüyorken getirdiği kahveden bir yudum aldım. Tam istediğim gibi hazırlatmıştı. Her zaman olduğu gibi.
"Kendini döveceğini söyleme bana sakın."
Açık bıraktığı saçları omuzlarına dökülüyordu ve sadece ona bakarken bile kendinden geçirecek güzellikteki kadın uzanıp elimi tuttu.
"Yapamayacağımı düşünmek haksızlık olur hayatım."
"Sen nasıl bir patronsun böyle tanrım.."
"Eh buradaki herkesin olabilirim ama senin değil hayatım unuttun mu?"
"Torpilim hala iş görüyorsa ne mutlu bana."
Gelen çalışanlarla artan ses ve bu kalabalık alıştığım bir şey olmasına rağmen bugün sabrım yoktu. Gereksiz söylenen sözlerin yarattığı gürültü başımı ağrıtıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vagos
HumorKüçük semtlerde, büyük bedeller ödendi. (Bright ve Win'in hayatları artık elimde.)