-11-

227 15 2
                                    



Kendimle savaşmak için girdiğim bu yolda kendimle barışarak çıkıyorum. Herhalde savaşı kaybettiğimden olsa gerek hemen beyaz bayrakları havaya kaldırıyorum ki kendimle barışabileyim. Bu korkaklık mıdır yoksa bilgelik mi? Bir tarafta sürekli kendisiyle savaşan onurlu olduğunu düşündüğüm bir Win varken, diğer tarafta kendi içiyle girdiği savaşta yenilen ve geri çekilmeyi seçen korkak bir Win. Görüldüğü gibi apaçık kendi dünyamın en büyük korkaklığıdır bu. Aynı zamanda korkaklığımı kapsayan bilgeliktir de. İşte bu, kendime sadece insan olduğumu öğretiyorum.  Sadece insan.

Hatırlatıyorum, öğretiyorum, biraz da öğreniyorum. Hâlbuki bunu zaten biliyor olmam gerekirken sonradan edinmek garip geliyordu. 

Tadını uzun zamandır almadığım çikolatalı kurabiyenin ağzımda dağılmasına izin verdim. Sahi yalnız kaldığım her an aslında yalnız olmadığımı bilmem kendimle ilgilenebilmemi zorlaştırıyordu. Dışarıdan o an için sessiz ve sakin gözükebilirdim ama gerçek hiç öyle olmamıştı. Aklımla verdiğim savaşın gidişatını sürekli kendi elimde tutmaya çalışmak yoruyordu beni. 

Her an tetikte olmam gerekiyordu. Gelebilecek bir darbe için asla gardımı düşürmemem ve hep hazırlıklı olmam. Aldığım her darbenin benden, aklımdan, ruhumdan, zihnimden eksilttiklerini kendime hatırlatmak bile onca geçirdiğim savaşa rağmen kazanmamı imkânsız hale getiriyordu.

"Çay ister misin?"

Tabakta kalan son kurabiyeyi de elime alıp kirli bulaşığı tezgâhın üzerine bıraktım.

"İstemiyorum."

Yüzüne bile bakmadan yukarı çıkan merdivenlere yöneldim. Buraya geldiğimden beri kaldığım odaya girip kapıyı kapattığımdan emin oldum. Sahiden buraya geleli ne kadar olmuştu ki. Bir hafta, on gün. Bir ay... 

Dışarı adımımı atmama dahi izin verilmeden kaç gün geçirmiştim burada.

Bright sabah kahvaltısını yapıp çıkıyor ve akşam ne zaman geleceği belli olmayan saate kadar beni evde tek başıma bırakıyordu. Tamam, tek başıma değil yığınla ve silahlı gezen adamlarıyla bırakıyordu ama hiçbiri benimle konuşmuyordu çünkü işlerinin başından ayrılmamaları gerekiyormuş, patronlarının kesin emriymiş falan filan ve bir sürü zırva saçmalık.

Tek kaldığım her anın acısını artık onunla konuşmayarak çıkarıyorken geldiğimiz birkaç günden sonra kurduğum cümle sayısı bir elin parmağını geçmezdi toplasan. İnat etmiştim bir kere. Haklıydım da. 

Kapı tıklatılmadan açılınca irkildim ama gelen kişinin kim olduğunu görünce somurtmama kaldığım yerden devam edip yatağın içine gömüldüm iyice. O ise kapıyı ardına kapatıp yatağımın içine girdiği gibi beni göğsüne çekmişti hemen. Karşı çıkmak istemediğimden somurtup büzmüş olduğum dudaklarımla kıpırdandım. 

Kolları beni hep güvende hissettirdiğinden aslında bir itirazım yoktu buna. Başka bir zaman olsa şu an belki sırnaşıyor bile olabilirdim ona ama hayır, çok yanlış anıma çatmıştı habersizce.

"Duyduğuma göre yine sadece kurabiye yemişsin."

Cevap vermemiştim. Artık sıra bendeydi, benden alacağı cevapları çok beklerdi beyefendi.

"Sonra da yaşlı dedeler gibi odana hemen çekilmişsin hm?"

Omzumu silktim ama sessizliğimi koruma konusunda kararlıydım. Bunu anlamalıydı artık. Ama belimdeki ellerini sıkılaştırıp birden üzerime çıkmıştı. Ne olduğunu dahi anlayamadan açıkta kalan boynundaki dövmesi ile yaladığı dudakları arasında kala kalmıştım. Yavru bir ceylandım artık. O ise profesyonel bir avcı. Belki bir aslan ya da kurnaz bir tilkiydi kim bilir.

VagosHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin