Evimin bahçesinde koşturan kediyi izleyip hareketlerine gülüyordum bir yandan kahvemi de yudumlarken. Küçük kelebekle olan oyunları öyle komik geliyordu ki gözüme ikisini birden yiyebilecek kadar şekerlerdi. Ama kelebek artık kalan zamanını özgürce uçarak geçirmek istediğinden sanırım uçup gitmişti küçüğümün yanından. Ve şimdi yuvarlak buz mavi gözleri ile tüm dikkatini bana vermiş olan minik kucağıma çıkmak için patileriyle bacağımı dürtüyordu.Tanrım öylesine ilgi arsızı bir kediydi ki sevmeden durduğum şu zamana kadar dişlerimi sıkmaktan çenem ağrımıştı.
Neyse ki ben yokken birikmiş tüm çekim fotoğraflarını düzenlemem gerekliydi ve bu beni meşgul etmeye yeterdi bir süre. Kediyi kucağıma alıp başını sevdim ve eve gelirken kendimle beraber içeri alıp duş aldırdığımdan temiz olan tüylerinin üzerinden öptüm. Mis gibiydi artık. Sevimli hallerine doyamayacağımı bildiğimden sevmeyi bırakıp havanın tadını çıkartarak işlerimi hallettim.
Esir(!) Sayıldığım zamanda manken çekimleri zaten devam ediyorken koordinelerini sağlayamamış olmak odaklanmama engel oluyordu biraz da. Her çekim zamanı en küçük detay ile kendimin ilgilendiğini ve bu konuda ne kadar titiz olduğumu bilmeyen kimse yoktu etrafımda ama şartlar el vermediğinden kendimin yapmadığı fotoğrafları düzenlemek gıcık ediyordu beni. Nasıl poz vermek bu böyle canım. Hele çekim açıları, o ışığın düşürülme yönü...
Yıllardır çalıştığım insanların ben yokken tam bir amatöre dönmelerini kaldıramıyordum. Bana hakaret etseler daha iyiydi. Öylesine gelişi güzel çekilmiş fotığraflara bakıyordum ki bu eziyeti kendime daha fazla yapmamak için hafiften ağrıyan başımla ekranı kapatıp kucağımdaki kediyle birlikte çimlere uzandım. Yalın ayak olduğum halde hala negatif enerji depoluyordum bedenime.
"Sen bile daha iyisini yapabilirsin Prenses."
Kendine seslenildiğini anladığından mıdır bilmem küçük burnunu dikeltip bana dikkatle bakan kediye gülümsedim.
"Evet, Prenses dedim küçük hanım. Bundan sonra sana böyle seslenelim hm ne dersin?"
"Sana cevap vereceğini sanmıyorum."
Sesin geldiği yöne doğru Prenses ve ben aynı anda kafamızı çevirdik. O gördüğü kişiden korkup arkama saklanırken bende yerimden kalkıp benim için açılan kollarının arasına girip kollarımı boynuna sıkı sıkıya dolamıştım çoktan. Bunu bir rutin haline getirdiğimizden beri birbirimizin kokularını en içimize çekmeden ayrılmıyorduk birbirimizden. Aynı şimdi olduğu gibi.
"Hoş geldin."
"Hoş buldum meleğim."
"Neden haber vermedin erken geleceğini?"
Benden alacağı sevgiyi bir süre alamayacağını anlayan siyah kedi kendi kuyruğuyla oynamaya başlamıştı. Bright ise az önce benim oturduğum yere oturmuş beni de karşısına oturtmuştu.
"Seni özledim ve gelmek istedim."
Onu kendi evimde hiç olmadığı kadar ve daha önce asla şahit olmadığım bu rahat hallerinde görmek beni öylesine mutlu ediyordu ki zaman dursa da ben yıllarca onu izler ve bir kere bile bundan şikâyet etmezdim.
"Sanırım bu senin için geçerli değil ha Melek?"
Yerimden kalkıp kucağına çıkmıştım hemen. Bana kalsaydı ki asla kalmıyordu, kalan ömrümü ona yapışık olarak geçirir ve durmadan artık ezbere bildiğim bedeninin her bir detayının üzerinden sonsuz kere geçerdim. Tekrar ve tekrar, asla durmadan.
Boynuna doladığım kollarımı sıkılaştırdım, dudaklarımızın yakın olmasını istiyordum.
"Buna kendini inandırabilir misin ki Patron?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vagos
HumorKüçük semtlerde, büyük bedeller ödendi. (Bright ve Win'in hayatları artık elimde.)