-17-

190 14 5
                                    

-Final-

Yıkık dökük binaların sıra sıra dizildiği bir sokak arasında, köşedeki üç katlı bina. Tahminen otuz yılın üzerinde bir geçmişi vardır. Binanın dış cephesi o kadar mevsim görmüş ve geçirmiş ki aşınmaktan incecik görünüyor ve her an yıkılmaya müsait bir his yaratıyor dışarıdan bakanlar için. İçerisi ise dışarıdaki insan kalabalığından daha beter. Her katın daireleri kalabalık ailelilerle dolu. O kadar çok çocuğa sahipler ki hepsi birlikte sokağa oyun oynamaya çıktıklarında anaokulu parkına dönüşüyordu harabelerin sokak arası havası. Ama o döküntülü yaşamların arasında hayata tutunmak için doğan güçsüz bir çocuk vardı.

Zamanla kimsesizleşen hayatının mükemmel başlangıcı. O daha kendinin yeni yeni farkına varıyorken çıkan o dehşet yangının içerisinde bir günde büyüyen aklıyla artık hayatının sonuna kadar aklının içinde esir tuttuğu hayaletler edinmişti. Küçüklüğüne bakmadan büyük yorgunluklar yaşadı. Ağlamak acıdan mı olur hep. Acı sadece göz mü doldurur. Kalp mi ağrıtır.

Akan her damla çıkan yangından daha sıcak akarken büyümek acıtıyordu aslında insanın canını. Bana sorsalardı acının tanımını doğruca bunu söylerdim. Tırnaklarımın cansız kısımlarına kadar acıttığını, yaktığını, beni tükettiğini söylerdim.

"Meleğim?"

Koca adam denilecek yaştaydım artık. Mutlu bir yuva hayalleri kurdurtacak bir ilişkinin başlarında sayılırdım. Kendi evimde, mutlu bir aile hayatım olabilirdi. Ama ben o huzurun içinde her an belirmesini bekleyeceğim hayaletlerimden kurtulabilecek miydim. Hayır.

"Win?"

Ruhumun yara almadık en sağlam köşesi bile elimi koysam kapatamayacak kadar küçük. Gülümsemek önceden nefes almak gibi gerekli olan bir eylemdi. Ama son zamanlarda sıkça gördüğüm birinin yüzünde umudu bulduğum için yüzümde oluşan gülümseme değildi hayır. O bambaşka bir şey. Bir zafer. Bir kurtuluş. Cennetime açılan beyaz bir kapı.

"Sen gel buraya bir bakalım."

Ne ara daldığımı bilmediğim düşüncelerimden ayaklarım altımdan kayıp birinin kucağına alındığımın farkına varınca dağıldı. Kollarımı düşmemek için boynuna doladığım adam yüzüme dikkatle bakıyor ve bahçe kapısından dışarı çıkıyordu. Hava ne soğuktu denilebilecek kadar serin ne de rahat oturulacak kadar sıcaktı. Buna aldırmadan bahçedeki masaya oturmuştuk bile çoktan.

"Aklını kurcalayan nedir bebeğim?"

Bir kere adımımı attığımda etrafımda olan biten her şeye ilgisizleşen bir kuyum vardı benim. O kuyunun en derinine iner ve saatlerce orada kalırdım. Çoğu aman beni bu kuyudan çıkaran açlığım ya da uyku diye direnen gözlerim olurdu. O zamana kadar sadece daldığım anlara kaybolur ve yolumu bulmak için, girdiğim kuyudan daha önce nasıl çıktığımı bulmak için çırpınır dururdum. Şimdi bana seslenen bir ses vardı etrafımda. Daldığım yerden çıkmam için adımı seslenen bir ses.

"Önemli bir şey değil sadece, sadece..."

Ne söyleyeceğimi bilemedim. Bilemediğimden sustum. Ne diyebilirdim ki. Beynimin içinde dinmeyen yangınlarım var benim, ara sıra dumanları görmeme engel olur böyle mi demeliydim.

"Anlat bana."

Ellerimi sıkıca tutan eller bana güç veriyordu. Bunun için zaten sıkı sıkıya tutunuyordu bana.

"Geçmişte yaşadığım bazı olaylar var, aklımın içinde hala devam ediyor onlar Bright. Susturamıyorum. Susmuyorlar."

Seslerin gün geçtikçe daha çok duyuluyor olması problem değildi, benim bunları gerçek sanıp birinin bana seslendiğini düşünmem ya da sürekli peşimde birinin beni izlediği şüphesiyle dolduğum için rahatsız ediyorlardı.

Biliyordum.

Ama bilmiyordum da.

"Ne olduklarını tahmin edebiliyorum sanırım."

"Edebiliyor musun? Nasıl?"

Şaşkınlığımın yüzünde oluşturduğu o güzel gülümsemeyle birleşen ellerimize baktı sadece. Bir süre konuşmadı. Bekledim ama tek kelime etmedi. Sanki kendi söylemeden benim anlamamı bekliyor gibi. Anlamadım.

"Seni uzun zamandır tanıyorum unuttun mu?"

Ah... işte o mesele.
Uzun zamandır sormayı istediğim ama bir şekilde hep arka planda kalan o mesele.

"Ne zamandan beri tanıyor olabilirsin ki beni?"

Etrafımda akan hayata kör kalmışım bunca zaman. Bir gördüğüm yüzü belki de defalarca kez yanımda gördüğüm halde tanımamışım. Bana defalarca makarna satan market sahibinin yüzüne bakmamışım. Sokağın köşesinde mısır satan yaşlı teyzenin boyunu bilmiyorum. Etrafımdaki dumanlar mıydı beni kör eden yoksa kendi vazgeçişim miydi.

"Söylemiştim, çok uzun zamandan beri bebeğim."

Ellerimi dizlerimin üzerine bırakıp oturduğu yerden kalktı. Çimenlerin üzerinde onlara basarak etrafımda döndü.

"18 yaşındaydın. Okumak için geldiğin şehre adımını atar atmaz ilk bana değdi gözlerin. Sonra ki bir sokak arasında, lokantada, eczanede ve daha birçok yerde beni gördün ama asla tanımadın. Daha önce gördüğünü bile anımsamadın."

Hemen arkamda durduğunda omuzlarımı kavrayıp sıktı. Canımı acıtmaktan çok uzaktı.

"Tanışmak istedim seninle. Her zaman gittiğin bir park vardı, oturduğun ve saatlerce kalkmadığın o bankın hemen arkasında sen kalkana kadar beklerdim seni. Bir gün seninle tanışmayı aklıma koydum ama o gün gelmedin. Ertesi günde bekledim, yoktun. Bir daha hiç o parkın önünden geçmedin."

Bunları duymak benim için garipti. Farkında olmadan yaptığım hareketlerimin bir başkasının ağzından sevdiğini anlatırken kullanılıyor olması garipti. Daha önce yaşamadığım ilklerin arasında yenileri katılıyordu.

"Ben seni çok bekledim sevgili."

"Neden daha sonra beni bulduğunda yanıma gelmedin peki?"

Hala arkamda duruyor ve yüzünü görmeme müsaade etmiyordu. Oysak ki gözlerimizi bir kere daha buluşturmalıydık.

"Kendine yeni bir hayat kuruyordun. Kendi tehlikeli hayatımı senin sakin ve sessiz hayatının içine katıp korkutmak istemedim. Mutlu gibi görünüyordun."

"Değildim. Hiç olmadım."

"Biliyorum sevgilim biliyorum. İnan bana her şeyi biliyorum."

Omzumda duran ellerinin üzerine kendiminkileri koydum. Aramızdaki bu ten teması hiç kelimesin istiyordum.

"O gece, tanıştığımız gece, aslında şans eseri orada değildim sen varsın diye oradaydım. Hoş öğrendiklerim yüzünden sinir krizi geçirdim ve odaya kapattım kendimi. Sakinleştikten sonra karşına çıkmayı planlıyordum ama beklenmedik bir anda beni bulan sendin."

Hatıralar birer birer aklıma doluştuğunda yanaklarım kızarmış, utanmıştım. Yaptıklarımdan gurur duyuyor değildim ama bilseydim eğer o adama elimi dahi sürmez, bana da sürmesine izin vermezdim. Geçmişi tozlu raflardan kaldırmadan orada bırakmalıydık.

"En beklemediğim anda dahil oldun hayatıma, artık istesen bile çıkışın yok."

Yerimden kalkıp karşısına geçtim. Kadife gözlerini yine dikti gözlerime. Kokusu rüzgara karıştı ama götürmedi benden. Bir adım yaklaştım, belime elleri dolandı. Yüzünü kendime yaklaştırdım, dudakları gülüşlerime karıştı.

"Artık bir çift yüzükten çok daha öte sevgimiz, bana sonsuza kadar mahkumsun."

"Sana sonsuza kadar tutukluyum."

VagosHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin