Uçurumdayım sanki, düşmeme bir adım, ölmeme bir adım. Aynı şekilde yaşamama, nefes almama özgürlüğüme, acılarımın sonuna bir adım. Ben dışında kalan her şeye atmam gereken o ufacık ve önemsiz bir adım. Atlarsam yok olacağım, kalırsam zaten yokum gibi bir şey. Bu bilinmezlik mahvediyor beni, gözlerimi kapattığımda yaşadıklarım daha doğrusu yaşayamadıklarım geliyor gözümün önüne. Yaşayamadıklarımın hayaletleri sarıyor dört bir yandan. Üzerime geliyorlar anlaşıp. Bir hayaletten korkuyor oluyorum.Bana zarar verebilir mi emin değilim ama deliliğim için gerekli olan o bir adım için kulağıma fısıldıyorlar. Sonra bir adım kadar geri çekiliyorum, gözyaşlarım akmaya başlıyor, inat ediyorum yaşamak için, mutlu olmak için. Hakkım olanı istiyorum. Bencil yapar mı bu isteğim beni. Tüm gücümle bağırıyorum "BENDE MUTLU OLMALIYIM" diyorum. Daha doğrusu buna inanmaya çalışıyorum. İnanırsam tutunurum diye bağırıyorum.
Buna inanmaya çalışmak mahvediyor bir yandan beni. Uçuruma karşı attığım her bir adımda daha çok ve daha çok. Toparlanmak artık harflerine ayrılmış bir kelimeden farksız. Birlikteyken hiçbir anlam ifade etmiyor benim için. Tüm sihrini yitirmiş kelime çöplüğümde yerini alıyor oda. Bir çoğunda olduğu gibi. Değersiz birer çöp.
"Bundan sonrası özel mülk sayılıyor hayatım. Yani bu demektir ki yakınız."
Le'nin konuşmasıyla camdan dışarıya baksam da nerede olduğumuza dikkat etmediğimi fark ettim. Bakıyordum ama şu zihnimin arasına sızan dumanlar görmemi engelliyordu. Uzun uzun ağaçların sıralandığı bir yoldaydık. Uyandığım andan beri kahvemi içemediğimden huzursuz ve çokça mutsuzdum.
Bunun için oyalanamayacak kadar geç kalmışız çünkü adresi bilmediğimden kendi başıma bilmediğim bir yere gidemezdim. Le normalde geç kalmayı sevmezdi ve zamanında geleceğini düşünmüştüm.
"Hala bazı konularda kararsızım biliyorsun değil mi?"
Torpido gözünde her zaman olduklarını bildiğim naneli şekerlerden yemek için kapağını açtım. Bir taneyi ağzım atıp diğerini de sonra yemek için cebime koydum. Buna ihtiyacım olacağını biliyordum.
"Kararsızlığını kahve içememene bağlıyor olsam da merak etme hayatım, onlara senin için sütlü az ve şekersiz bir fincan hazırlamalarını çoktan söyledim bile."
"Söyledin mi, ne zaman?"
"Seni almaya gelirken. Huysuzluk edeceğini bilecek kadar iyi tanıyorum seni hayatım."
Kollarımı bağladım sakince.
"Pftt huysuzmuş.."
İnce sesiyle birleşen kıkırtısı arabanın içini doldurduğunda bende gülmüş ama belli etmemiştim. Radyoda açık olan şarkı şehrin dışına çıktığımızdan çekmemiş ve boş hışırtılar çıkarıyordu sadece. Sessizce yola devam ediyorken ilerde gözüken bahçe kapısıyla kalbim tekler gibi oldu. Devasa kocaman kapı bana el sallıyor ve yeniden buluştuğumuz için üzerime üzerime geliyordu.
"Evet dedikleri kapı bu olmalı."
Araba tamda durması gerektiği yerde durmuştu.
"Hayatım buradan sonrasını kendin gitmen gerekiyor. Ekipmanları gelip alacaklar merak etme."
Ciddi miydi o. Yoksa bana şaka mı yapıyordu gerçekten.
"N-nasıl yani sen gelmiyorsun ve ben buraya tek başıma gidiyorum öyle mi?"
"Evet hayatım ve çok, çok, çok üzgünüm. Onları ikna etmek için her şeyi denediğime emin olabilirsin ama bu konuda oldukça kesinler."
Durumu toparlayamayacağımı biliyordum. İçimde kopan fırtınayı belli etmek istemiyordum. Buraya bir daha hiç geleceğimi düşünmemiştim ve şimdi bahçe kapısının önünde duruyordum. Bu nasıl bir kader böyle. Bu nasıl..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vagos
HumorKüçük semtlerde, büyük bedeller ödendi. (Bright ve Win'in hayatları artık elimde.)