-3-

286 21 34
                                    



Soğuk.

Soğuktu.

Ama bu öyle fiziksel bir soğukluk değildi hayır. Ruhumda hissedebileceğim bir soğukluk. Az önce alev almam için sadece bir kıvılcıma ihtiyaç duyarken şimdi titriyordum. Titriyor ama bunu sadece ben biliyordum. Ben anlayabiliyordum.

Kendini neden geri çektiğini anlamadığım yabancı yatak olduğunu varsaydığım yere oturmuştu. Işığı açmak istiyordum. Işığı açmak ve yüzünü görmek. Saçlarını, dudaklarını, hareketlerini kendi gözlerimle görüp bana birçok duyguyu ayı anda yaşatan adamı görmek istiyordum. Beceriksizce duvarlarda elimi gezdirmeye başlamam tam olarak bu yüzdendi.

Duvarı baştan sona yokluyorken elime değen pirizle yerimde durdum. Heyecanlanmıştım. Kalbim atmak için artık bir sebep aramıyordu. Hazır olduğumda düğmeye basmış ve yanan ışığın gözlerimi kamaştırmasına izin verdim. Bir süre daha gözlerimi kapalı tutmak orunda kaldım çünkü fazla ışık, fazla. Sonunda ışığa alışan gözlerimle etrafımı incelemeye başladım.

Bir şey var denmeyecek kadar boştu oda. En köşede bir çalışma masası ve arkasında bir sürü mavili, kırmızılı evrak(?) dosyasının olduğu ufak bir kütüphane duruyordu sadece. Geri kalan yerler bakmaya değmeyecek kadar boştu ve bu arkamı dönüp artık yabancıyı görebileceğim anlamına geliyordu.

Heyecanımı bastırmak için derin bir nefes aldım. Nefesimle lan problemimi halletmeyi bir kenara yazdım ve arkamı döndüm.

Sesi koyu kadifeydi. Kokusu, teninin rengi de öyleydi. Kadife kanlı canlı bir insandı ve karşımda bana bakmadan oturuyordu. Hayatımda görebileceğim en anlatılması güç insan olarak hemde. Sadece yaydığı aurasını bile saatlerce konuşur ve bundan asla sıkılmazdım.

Yakışıklıydı. Yakışıklıydı ve bu soluğumu kesmişti. Kendime zar zor yettirebildiğim nefesim yoktu artık. Sürekli beni terk etmek için bahane arayan nefesim artık güzel bir taneye daha sahipti.

Saçları ipek gibiydi, kendi ise kadife. Uzundu. Bunu oturuyorken de anlayabiliyordum. Yere baktığı için yüzünü görememiştim hala ama elleri. Elleri ve parmaklarına takılı olan demir yüzükler. Her birini yalayarak dilimle çıkarmak ve o ellerin üzerimde gezinmesi, saçlarının yüzümü gıdıklaması, kokusunun burnuma dolması.. Baktığım her detayıyla aklıma gelen fikirler çoğalıyor çığ oluyordu içimde.

Birkaç adımda önünde bittim. Sabırsızdım. O ise hala kıpırdamamıştı. Ne yapacağımı merak ediyor olmalıydı belki diye düşündüm. Olduğum yerde çöküp dizlerimin üstüne oturdum. Saçlarına uzandım.

Tıpkı düşündüğüm gibi yumuşacık ve ipek gibiydiler. Ama doyunca dokunmama fırsat vermeden kendini geri çekti ve gözlerime değdirdi o kara gözleri.

Kilitlendim. Öyle kapı kilidi gibi değil gerçek anlamda kilitlendim. Çekemedim gözlerimi o derin kuyudan. İstemedim de bunu gerçi. Ona bana baktı, ben ona baktım. Düşerdim belki o katrandan farksız kuyulara. Düşerdim ve hapsolurdum. Gözlerine, sayılı uzun kirpiklerine, göz çukurlarına..

Sonra sol kaşının kenarındaki yara izi çekti dikkatimi. O siyahlıklarda boğulayım istedim ama yarası buna izin vermedi. Yeni değildi ama iz bırakacak kadar derindi. Yakışmıştı yüzüne ve ben bir yara izini ilk defa hoş bulmuştum. Bir yara izine aşık olmuştum. Başkasında olsadı böyle durmazdı, emindim.

Burnuna kaydı gözlerim sonra, az önce dokunduğum dudaklarına. Çenesini inceledim, kalemle özene bezene çizilmiş gibi duran boynundaki dövmesini görene kadar.

'şeytan uyumaz.' Yazıyordu.

Ona bakan her göz için uyarı gibiydi sanki. Şeytan asla uyumaz..

VagosHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin