Bölüm 32: "Final"

511 88 178
                                    

'Girdiğin o bilinmez yolun keskin virajlarında, bekliyor seni en büyük kapan.'
-Y.K.

Kağan'ın anlatımından...

Durgun gökyüzünün altında, onun durgunluğuna tezat, düzensiz adımlarımı atıyordum yumuşak toprağın üzerinde. İki gün önce yağan kar, bugün sabah atıştıran yağmurla birleşince, yerler çamur banyosuna dönmüş durumdaydı. Bastığım yere ne kadar dikkat etmeye çalışsam da, ayağım o çamur banyosundan nasibini alıyordu. Bulunduğum yerden zaten nefret ediyorken, bir de üzerine bu dertlerini çekmem, sıkıntılı bir nefes almama neden oldu.

     Mezarlıktaydım. Şu dünya üzerinde en olmak istemediğim yerdeydim ve ayaklarımın geri geri gidesi vardı. Yıllardır adeta mesken tuttuğum bu yerde, yeniden kendimle baş başaydım.

     Bana eşlik eden milyonlarca beden vardı aslında burada. Ancak hepsi derin bir uykudaydı ve bana ulaşamazlardı. Önünde sonunda, bende onların arasına katılacaktım elbette. Kaçınılmaz sonum, bir karış topraktan ibaretti. Ölüm hepimiz için eşit olan tek şeydi ve ben zaten ölmüş gibi hissediyordum. Gözlerimin baktığı o her bir mezar taşının altındakilerden hiçbir farkım yoktu. Sadece ayaktaydım ve nefes alıyordum, bunun dışında benzerdik hepsiyle.

     Her yılın ilk ayı olan ocak ayı, benim için lanetli bir aydı. Hayatımın en derin sarsıntısı bu ay içinde yaşamıştım ve etkileri her zaman yanımda olmuştu. Omuz omuza yürüdüğüm bu laneti kırdığımı sandığımda ise yere yeniden çakılmış, laneti bu sefer ben kucaklamıştım.

     Bugün annemin ölüm yıl dönümüydü. Onsuz geçen on dokuzuncu yılımdı ve ben onu en son gördüğüm yerdeydim. Kefene sarılı bedenini, toprağın altına koyuşlarını dün gibi hatırlıyordum hala. Koskoca on dokuz yıl geçse de, zihnim hala o zaman diliminde takılı kalmıştı.

     Mezarına yaklaştım iyice, ona daha yakın hissetmek istiyordum. Mezarlığa gelişin bile, yazın olanı makbuldü. Kışın her yer buz kesiyordu ya da böyle sulanıp etrafı mahvediyordu. Ben annemle saatlerce kalıp konuşmak isterken, ne ortam ne de hava şartları izin vermiyordu bana bir türlü.

    "Hava yine çok kötü anne." dediğimde, elimdeki fırçalı faraşla, annemin mezarı üzerindeki birikmiş kirleri temizliyordum. Her ne kadar bakımı ve temizliği için adam tutmuş olsak da, Ankara'nın belirsiz hava şartları yüzünden, mezar ister istemez kirleniyordu. Zaten tuttuğumuz adamın da bakması gereken kaç tane mezar oluyordu, her gün gelip mezar temizlemesi, beklediğim bir şey değildi zaten.

    "Yılın bu zamanlarından nefret ediyorum. Her yer bataklık gibi oluyor ve o çok sevdiğin yasemin çiçeklerini ekemiyoruz mezarına." dediğimde, yere koymuş olduğum küçük su şişesini almış ve annemin mezarına dökmeye başlamıştım.

     Elimdeki biten şişeyi ve fırça setini cebimden çıkardığım bir poşete koymuş, ağzını da bağlamıştım. Bağladığım poşeti mezarın alt köşesine koyduğumda, yeniden anneme döndüm:

    "Nasılsın anne?" diye sordum, soğuk mezara doğru. Burnumu çekip etrafa doğru bakındığımda, benden başka kimsenin olmadığını fark etmiştim. Hava gerçekten çok soğuktu ve kimsenin olmamasına şaşırmamıştım. Zaten her yıl karşılaştığım bir manzaraydı bu.

    "Umarım iyisindir, senin de kötü olmanı kaldıracak gücüm yok çünkü." dediğimde, ellerimi kabanımın cebine sokmuş ve bakışlarımı mezar taşının üzerindeki isme dikmiştim.

    "Bu sıralar beni izledin mi bilmiyorum ama..." cümlemi tamamlamadan önce duraksadım, duraksamak zorunda kalmıştım. O zihnime dolduğu an, kalbimin kırıkları yeniden batıyordu bedenimin her bir hücresine.

KAPAN (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin