Bölüm 31: "Ölüm"

280 84 113
                                    


'Adalet tıpkı verimsiz tohumlar gibi. Toprağa özenle ekiyorsun, umutla bekliyorsun ancak bir türlü yeşermiyor.'
                                                                 -Y.K.

Defne'nin anlatımından...

     Her insanın dünyaya bir geliş amacı vardı. Bir şekilde, bir yerlerde, belki de farkında bile olamadan dokunuyorduk başkalarının yaşamına. Kimileri çok şanslıydı bu konuda. Hayatlarına öyle kişiler giriyordu ki, dokundurdukları tılsım ışıltıyla parlatıyordu kişinin geri kalan yaşantısını. Ben ise bu konuda şanssız olan taraftandım. Hayatımın tam merkezine oturan Doğan pisliği, bana o tılsımı sunmak yerine ısıtılmış demirini dokunduruyordu. Bunu yaparken, canımın ne kadar yandığı ise asla umurunda değildi.

     Bir şekilde yine kaçmıştım kör talihim, kötü kaderimden. Yaşamımı onların eline bırakmayacağımı söylemiştim ancak geldiğim nokta neydi şimdi? Kaçıyordum, yakalanıyordum. Bir daha kaçıyordum, bir daha yakalanıyordum. Sürekli benden bağımsız ilerleyecekse hayatım, ben niye yaşıyordum o zaman? Benim bu hayata geliş amacım neydi?

     O karanlık ormanın soğuk ve puslu havasında, saf çocuk tarafından ifşalandığımda, tek hissettiğim duygu üzüntü olmamıştı. Onun bana anlattığı acıklı geçmişinden sonra, aramızda kendimce bir bağ kurmuştum. Acısına anlayış göstermiş, ona yardım etmeyi kabul etmiştim. Ona gerçekten yardım da edecektim aslında, beni ele vermemiş olsaydı tabii.

    "S-sen?" diyerek kekelediğimde, saf çocuk beni harbi harbi dumura uğratmıştı. Karşımda koca bir ayı bile görsem, bu kadar şaşırmazdım muhtemelen.

     Eğilip kolumdan tuttuğunda, hızla ayağa kaldırmıştı beni saf çocuk. Ona artık saf çocuk dememeliydim belki de. Çünkü burada saf biri varsa, o da kesinlikle bendim. Bana resmen ihanet etmişti ve Doğan pisliğine yem niyetine kullanacaktı!

    "Bunu bana nasıl yapars-" diye soracağım sırada, hala kolumu kavrayan elleriyle beni kendisine doğru çekmiş ve yüzünü yüzüme doğru yaklaştırmıştı:

    "Ben yapmasam, diğer adam bulacaktı seni zaten!" diyerek hırsla konuştuğunda, sesindeki hüzün tınılarını işitmek, zihnimin bana oynadığı bir oyun falan olmalıydı. Ona artık güvenmiyordum ve hala beni kandırmaya çalışıyordu.

    "Allah belanı versin seni-" diyemeden, bedenini sağ tarafıma atmış ve bize doğru yaklaşan bir başka bedenin görüş açıma girmesini sağlamıştı. Ben karşımdaki adama bakarken:

    "Buradan kaçışın yoktu Defne, çoktan her yere adamını çağırmıştı Doğan." diyerek konuştuğunda, gözlerimden sicim sicim yaşlar boşalmaya başlamıştı yine.

    "Ne duruyorsunuz burada hala? Yürü götürelim şu baş belasını! Doğan Abi kudurdu zaten." deyip yanımıza iyice yaklaşan beden ve kurduğu cümleler beni korkutmuştu. Bu sefer ki korkum bambaşka bir düzeydeydi. Ben bu sefer gerçekten ölümü hissediyordum.

     Ne kurtulma hevesleriyle koştuğum o topraklı yollar, ayağımın altından kayıp gidiyordu şimdi. Ruhumu bedenimden ayıran bu kör talihime, veryansın ediyordum. Attığım her adımda son kez nefes alıyormuşum gibi çektim havadaki her bir oksijen tanesini içime. Gökyüzüne baktım son kez, bir daha göremeyecekmişim gibi.

     Eve yaklaştıkça titremelerim artıyordu. Kolumdaki saf çocuk beni tutmasa bir adım dahi atamayacakmışım gibi hissediyordum. Dakikalar boyunca koşup yolu uzattığım için, geri dönüşümüz yürüdüğümüzden dolayı uzun sürmüştü.

     Ayağım yerdeki taşa takıldığında sendelip düşecektim ki, saf çocuk doğrulttu beni hemen. Çatık kaşlarımla baktım onun suratına. Hayır, teşekkür falan etmeyecektim. Ona hala öfkeliydim. Yüzüme o feneri tutanın Barış olması yerine, diğer adamın olmasını tercih ederdim. Bana söylediğine göre Doğan her yere adamını salmıştı ve o yapmasa diğer herif ya da bir başkası beni bulacaktı bir şekilde. Ancak yine de yediremiyordum, ne derse desin bana ihanet etmiş gibi geliyordu. Zaten tam şu kısımda, benden normal psikolojiyi kimse bekleyemezdi artık.

KAPAN (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin