"Hoşgeldin Minho,"
Araladığım kapıdan içeri geçerken Minho yüzümü, karışmış saçlarımı süzdü. Gözümdeki kızarıklıklara, silip durduğum için tahriş olmuş burnuma baktığını, şaşırdığını biliyordum. Kapıyı açtığımda yüzüne zorla yerleştirilmiş gülümsemesi bile soldu.
Seungmin ile birlikte gelmelerine rağmen Minho sonradan gelmişti. Anlam veremedim ama kafa yormakta istemedim.
Hyunjin gideli oluyordu, belki birkaç saat, belki de sadece dakikalar geçmişti bedenimi yatağımda terk edişinin üstünden.
Sürekli ağlayıp durmuş olmam onu sıkmıştı belki de, bilmiyordum. Sebep olmadığı bir kaos yüzünden beni toparlamaya çalışması mahçup hissetmeme neden oluyordu. Üstelik onunda Kkami'yi önemsediğini biliyordum. Kendi paramparça olmuş duygularım ile o kadar meşgul olmuştum ki, beni izleyen kırık ifadesi iyileştirememiştim.
Onun yaptığı gibi, onu sımsıkı tutmadığımı biliyordum. Ama ben, sadece çok dağılmış hissetmiştim. Belki ondan beni tutmasını istemek bencildeydi ama birine ihtiyacım vardı. Birine değil direkt olarak Hyunjin'e ihtiyacım vardı benim. Bu üstünü örtemeyeceğim bir gerçekti. Onun beni sımsıkı sarmasına, bedenimin kendisine sığınmasına ihtiyacım vardı. Bu sefer yalnız kalkamazdım bu hislerimin ardından.
Elimden tuttuğu için mutluydum, bu şuan da kalbimde buruk da olsa bir mutluluk parçası taşıyan tek konuydu.
Ama gittikten sonra, özellikle ne zaman geleceğini bilmediğim için, yalnız kalmayı ve kendi başımın çaresine bakamamıştım. Birkaç dakika geri dönmesini beklemiş, istemiştim ama geri dönmeyeceği kısa bir süre içinde düşmüştü aklıma. Üstelik bunun için onu suçlamıyordum, kafasını dinlemeliydi belki, saatlerdir iki kere panik atak geçirmiş benle uğraştıktan sonra onu hala yanımda istememde gidişimi kabullenmiş, onu anlamaya çalışmıştım.
Ama korkmuştum, yalnız kalmaktan. Bu yüzden tıpkı onunda söylediği gibi Seungmin ve Minho'yu aradım. Evime gelip gelmeyeceklerini, anlatmam gereken şeyler olduğunu söylemiştim. Telefonda çıkan pürüzlü sesimi sorgulamış ama hemen vazgeçmişlerdi. Geliyoruz demiş kapatmışlardı telefonu.
"Felix," dedi Minho kapıyı arkasından kapatırken. Yüzünde aynı Seungmin'in ki gibi meraklı, gözle görülür bir hüzün vardı. "Ne oldu böyle iyi görünmüyorsun?"
"İyiyim," demiştim sesin ortalarda kırılıp boğuk bir şekilde çıkarken. Gözlerimi yumup hızla geri açmış ve dolu gözlerle gülümsemiş, daha çok buna yaklaşan bir tebessümdü bu, dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırmıştım. "Sayılır, sanırım. Biraz karışık, içeri geç hadi."
Minho başını salladı ama yüzünde hala karmaşık bi ifade vardı. Koridoru geçip Seungmin'e kısa bir şeyler söyleyip yanına oturdu ama gözleri bala bendeydi.
Üzerimdeki bol tişört ve bol pijama altımın içinde, dahası birbirine girmiş saçlarımın görüntüsünün iç açıcı olmadığını biliyordum. Ama Hyunjin hariç kimse önceden bu kadar yakından beni, savunmasız kırık halime tanık olmamıştı.
"O kadar mı kötü görünüyorum," dedim ellerimle saçlarımı gergince karıştırırken. Dizlerimi kendime çekip koltuğa sığındım. Gözlerimi ikisinden kaçırırken yutkunmaya çalışıyordum aynı zamanda.
"Hayır," dedi Minho kaşlarını çatarken. "Kötü görünmüyorsun, demek istediğim iyi de görünmüyorsun, siktir et nasıl göründüğünü," bakışları kısaca etrafa, en son Hyunjin ile konuşurken elimden kayıp yere düşen ve hala orada olan telefonuma, Kkami'ye aldığım mamanın ve oyuncağın olduğu yerde duran poşette gezindi. "Ne oldu böyle Felix?"