"Bak aç o kulaklarını iyi dinle, öldürsen atlamam ben buradan."Hyunjin aşağıda güven vermek istercesine ayak bileklerimi kavrarken hem bıkkın bir tavırla hem de keyifle güldü.
kapalı olan ve gecenin bu saatinde içeriye gizlice girmeye çalıştığımız bu yere neden geldiğimizi mantığıma yerleştirmeye çalışıyordum ki kendimi onun ellerinin sürüklediği yüksek bir duvarın üstünde bulmuştum.
Diğer taraftan bu tarafa merdivenle çıkmıştık ve son adamımın kaymasıyla merdivenin diğer tarafa doğru yere düşmesine sebep olmuştum.
Burda mahsur kaldığımız hakkında sinirli sinirli Hyunjin'e söylenmeye başlamış, onun etrafına bütün polisleri buraya getirecek kadar bağırmamla tehdit etsem de tek yaptığı bu halime gülüp kolayca aşağı atlamak olmuştu.Şimdi lunaparkın duvarla çevrilmiş iç tarafında duruyordu o. Duvara oturmuş, ordam kalkmamakta yemin etmiş beni ikna etmeye çalışırken aynı zaman da beni tutacağına da söz veriyordu.
"En fazla üstüme düşersin, hadi ama Felix."
Tuttuğu ayak bilekleriminden birini yüzüne doğru savururken gülerek kendini geri çekip olası bir darbeden kurtarmıştı. "Sence şuan da üstüne düşmek ister gibi bir halim mi var manyak herif!"
Hyunjin bu sefer koca bir kahkaha patladı koca, karanlık gökyüzünde yankılandı. Onun gülüşü ile gülümseyecek gibi oldum, içten ısırmış olduğum dudağım ile kısılmış gözlerini izledim sadece.
Hyunjin ayak bileklerimden avucunu yavaşça yukarı kaydırdı. Bakışları bana güven vermek istercesine aşağıdan baktı gözlerime.
"Düşmeyeceksin ki, tutacağım seni."Yutkundu ve dudakları aralanıp bir nefesi saldı havaya. "Sımsıkı hem de, söz veriyorum."
Nefesim boğazımda takılı kaldığında bana kararlı bir şekilde bakan yüzünü izledim. Gözlerimi yumup açarken kalçamı kaydırdım yavaşça tozlu sert zeminde. Hyunjin dediğini yapacağımı anladığında heyecanla parladı gözleri ve bana yaklaştı o da aşağıdan.
"Kollarını uzat bana." Diye mırıldandı. Dediğini yapıp ona uzattım kollarımı. Bacaklarımda duran elleri benim bedenimi aşağıya doğru her kayırmamda yukarı doğru tırmandı ve en sonunda belime yerleşip sımsıkı kavradı orayı.
"Atla hadi," tuttuğum nefesi verip korkuyla kalçamı zeminden ayırdım ve atladım. Ona uzanmış bekleyen kollarım direkt olarak boynuna sarıldı, o ile belime sardı kollarını.
Düşecek gibi oldum ama onun tutmasıyla ayaklarım çok kısa süre hava da kalıp yumuşak bir şekilde buluştu zeminle. Hyunjin rahatlamış bir nefes verirken geri çekmek yerine kollarını daha da sıktı. "Gördün mü?" Boynundaki kollarım daha yakınlaştırdı beni ona, çenemi omzunun üzerine yerleştirdiğimde biraz da olsa bana doğru eğilmiş olduğunu hissetim. "Tuttum seni."
Cevap veremeyip yutkunurken Hyunjin geriye çekildi önümden. Dudakları yana çevrilmiş ifadesiyle, heyecanla izliyordu beni. Tam bana bir şey demek istercesine dudaklarını aralamışken uzaktan bir ses geldi. Boğuk, mikrofondan gelen yüksek bir ses gibiydi. Ben neredeyse hiç duymamıştım ama Hyunjin hızla çevirmişti kafasını. Elleri belimden uzaklaşıp tekrardan elimi kavradı.
"Hadi," dedi beni çekiştirirken. "Geç kalıyoruz."
Kendimi tekrar onun adımlarını takip ederken bulduğumuzda nereye gittiğimizi, neler döndüğünü ve o sesin ne olduğunu sorgulayıp sordum. Hyunjin beni cevapsız bırakırken omzunun üstünden bana bakıyor, sabretmem için söyleniyordu.
Beni koca parkın diğer ucuna kadar yürüttü. Koca bir makinenin arkasına geçtiğimizde birkaç kırık parçanın olduğunu, kendi çapında büyük bir demir yığını olduğunu gördüm. Etrafta birbirine binmiş kutular ve eski alet parçaları vardı. Bir tarafta yamuk bir şekilde duran dönme dolap kabini, onun yanında kapısı kırıldığı için oraya atıldığı belli olan kırmızı bir bilet kulübesi vardı. Tek gözü kırılmış bir atlı karınca, bozuk olduğunu demiri yanmış ve paslanmış olmasından anladığım bir pamuk şeker makinesi ve tek farkı artık işe yaramayan olan bir yığın lunapark aletleri ile doluydu.