10

1.6K 168 49
                                    

Çıkışta yavaş yavaş toplanırken Hülya ve Erdem'in el ele tutuştuklarını kesin olarak görmüştüm.

Ama aklım almıyordu, ne ara böyle bir şey olmuştu ki? O an aslında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim.

Her zamanki yoldan yürümeye başladık. Artık o eski ağaçlar pembe, sarı, mor, beyaz, rengarenk çiçeklerle kaplıydı. Köşede yasemin çiçeklerini görür görmez oraya koştum.

"Ege nereye?"

"Geliyorum şimdi."

Saplarından tutup birkaç tane kopardım, sonra da çantamdan sarkan ipten biraz kopararak küçük bir yasemin buketi oluşturdum.

Arkamı dönüp bana doğru yaklaşan Ömer'in yanına gittim.

"Sana topladım."

"Teşekkür ederim."

Gülümseyip gözlerini kapadı ve yaseminleri burnuna yaklaştırdı. İçine dolan o koku yüzüne huzur olarak yansıyordu.

"Çok güzeller."

Senin gibi.

Yavaş yavaş yürümeye devam ettik.
Artık kesinkes aşık olduğumu biliyordum.

Ve ona yaptığım küçük jestlere karşı hiçbir şekilde karşı çıkmıyordu. Aslında ilk başlarda reddedip bana kötü davranacağını düşünmüştüm ama aksine büyük bir hoşgörüyle yaptığım şeyleri kabul ediyor, sevgiyle beni olduğum gibi kucaklıyordu.

Sürekli anlattığı Allah'ın söylediği tüm şeyleri yerine getirmeye çalışıyordu. Merhametliydi, hoşgörülüydü, sabırlıydı. Hiçbir zaman ağzından kötü bir söz duymamıştım.

Onu tanıdıkça aslında şeriatçıların Allah'ı tanımadıklarını anlamaya başlıyordum. Onlar taraftar gibi bildiklerini, gördüklerini diretiyorlardı. 
Oysa Ömer öyle değildi.

Bazen onunla tanışmamın Allah'ın bir lütfu olduğunu söylerdi. Sanırım ona katılıyordum.
Ona çok şey kattığımı, hayatını değiştirdiğimi de söylerdi. Ama o an anlayamazdım, çünkü onun hayatında neleri değiştirdiğimi bir türlü kavrayamıyordum.

Yasemin buketini üniforma üstüne giydiği kazağın öndeki minik cebine yerleştirdi.

Sol arka cebimden anahtarı çıkarıp kapıyı açtım ve ilk onu buyur ettim.

Bu sefer Tahir babam da evdeydi. Televizyondan başlarını kaldırmayıp "Hoşgeldiniz oğlum." diyerek selamladılar bizi.

Selim  kafasını Tahir'in omzuna koymuştu, birlikte yeni çıkan aksiyon filmini izliyorlardı.

O sırada biz de yukarı kata çıkıp çantalarımızı yer bıraktık. Ömer ikinci çantasını açıp içinden birkaç tane kıyafet aldı.

"Ben lavaboya gideyim."

"Yok yok, sen burada giyin. Ben beklerim."

Dışarı çıkıp kapının önünde beklemeye başladım. O an o kadar çok bakmak istiyordum ki ona, ama kendimi tutup bir süre bekledim.
Sonra baktım olmuyor dayanamayacağım, diğer odaya gidip yeni yıkanmış birkaç üstten seçip hemen giyindim.

Geri döndüğümde kapı açıktı.
Uzaktan ezan sesi işitiliyordu.

"Öğle namazı vakti gelmiş. Ben on dakikaya geliyorum." diyip ayaklandı. Sanırım lavaboya gidiyordu. Arkasından yetişip "İzleyebilir miyim?" diye sordum.

"Sakıncası yok." dedi.

Daha önce anlattığı şekilde abdest alıyordu. Onunlayken İslam hakkında çok şey öğrenmiştim.

İşi bitince benim odama geri döndük.
Ardından bir havlu alıp seccade gibi yere serdi.  Ben de yatağa oturup bağdaş kurdum.

Ellerini karın hizasında birleştirip bir şeyler mırıldanmaya başladı. Ardından eğildi. Daha sonra öne kapandı.

Çok yanlıştı düşündüklerim ama kendimi tutamıyordum işte. Gittikçe büyüyen bir ateş vardı içimde.
Kafamı sağa sola sallayıp kendimi tutmaya çalıştım.

Yeri değil, yeri değil, yeri değil, yeri değil. Kendine gel Ege.

Aynı şeyler tekrar tekrar yaşandı. Ayağa  kalktı, eğildi, kapandı. En son sağına ve soluna dönüp bir şeyler mırıldandı.

Havluyu toplamaya başladığında bittiğini anlamıştım. Yüzüstü bir şekilde uzanmaya karar verdim o işini halledene kadar.

İki dakika sonra döndüğümde hala yüzüstü yatıyordum.

"Ne oldu?"

"Bir şey olmadı, dinleniyorum."

Sağa doğru yürüdüğünü duyuyordum. Sonra bir şeyleri karıştırmaya başladı. Çıkan seslerden plakları kapılarından çıkardığını anlamıştım. Sonra pikaba yerleştirdi.

"Piero Umiliani"

"Bu adamı dinlemeyi çok seviyorsun, öyle değil mi?" dedim yastığın altından duyurmaya çalıştığım boğuk sesimle.

"Evet."

Hafif cızırtılı ses tüm odayı yavaş yavaş kaplıyordu.

"İlk dinlettiğinde o kadar şaşırmıştım ki. Bunca yıldır bilmemek canımı sıkmıştı."

Yastığın altından biraz güldüm. Biraz daha böyle durursam boğulacakmışım gibime geliyordu.

Dönüp tavandaki postere bakmaya başladım. Ömer yine oturmuş dönen plağı hafifçe sallanarak dinliyordu.

Posterden sıkılıp sağa döndüm ve onu izlemeye başladım.

Plağı izleyen Ömer'i izleyen Ege.

Biraz güldüm.

Sanki kısır döngüye girmiştik. Plak sürekli başladığı yere geri dönüyor, Ömer yine sağa sola sallanıyor, ben de arada bir göz kırparak onu izliyordum.

Ne kadar böyle durduk bilmiyorum.

Selim babam gelip kapıyı çaldığında kendime gelmiştim.

Yarım saat geçmiş, diye mırıldandım duvar saatime bakarak.

"Yemek hazır oğlum, istediğiniz zaman gelin."

Müezzin'in Oğlu (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin