Bazen o kadar büyük pişmanlıklar yaşardık ki yaşanılanları kaldıramayacak hale gelirdik. Hayatımız sürekli keşke demekle geçerdi ama yerimizde sayıp dururduk. Sahi neden daha sonradan pişman olacağımız davranışlar sergilerdik ki?
Sanırım benim en büyük pişmanlığım ablam ve abimi oradan kurtaramamaktı. Onları kurtaramamakla kalmamış cenazelerine bile gidememiştim. Onlar dünya hayatını terk ederken ben bir hoşçakal bile diyememiştim. Sahi mezarları neredeydi yada yan yana mıydılar? Bana çok kızmışlar mıydı?
Cevapsız kalan o kadar çok sorum vardı ki hepsinin cevabını öğrenmem ömrümden daha da uzun zamanlar gerektiriyordu sanırsam. Kime nasıl soracağım ve o cevapları nasıl alacağım ise muammaydı.
Cenin pozisyonu alarak yattığım yatakta düşüncelere dalıyor düşündükçe de sağ gözümden akan gözyaşlarım sol gözümün içine girip oradan çarşafı ıslatıyordu.
Ateş'in çıldırmasının üzerinden bir hafta geçmiş benimle de bir daha iletişime geçmemişti. İşime gelirdi elbette ki. Özge ve Onur ise bana sanki kardeşleriymişim gibi davranmaktan hiç çekinmiyor üzerime titriyorlardı adeta.
Onur fiziksel olarak ne kadar çok abisine benzese de bir o kadar da benzemiyordu. Dıştan bakıldığında Ateş kapkara iken Onur bembeyazdı. Her dışarıdan geldiğinde bana çikolata getirmekten de geri kalmıyordu. Davranışları kalbimin teklemesinden başka hiç bir işe yaramıyor, günün sonunda kendimi biraz daha ona bağlanmış hissediyordum.
Ablası Özge'yi de öyle, kendi ablam gibi benimsemiştim. O, onlar çok iyi kalplilerdi. Emindim ki Ateş'in de kalbinde bir yerlerde sevgi ve merhamet vardı ama o kesinlikle onu belli etmiyor kimseye göstermiyordu.
Onur'un bir kaç gün önce abin sana ulaşmaya çalışıyor laflarını direk es geçtim. O, bana ve ailemize çok büyük bir saygısızlık yaparak bizleri çiğnemişti. Elimden geldiğince Poyraz'dan kaçacak ve ömrümün sonuna kadar da konuşmayacaktım.
Hiç bir zaman kindar olmamıştım ama şartlar beni buna zorluyordu.
Bir aydan daha az bir süre kalmıştı okulumun açılmasına ama eski okuluma gidemeyeceğime emindim. Böyle bir durumda da okulu düşünmeyi gereksiz bulup yattığım yerden doğruldum. Ot gibi yaşamak bünyemi çökertmişti. Bir günüm, sabah uyanıp baştan savma bir kahvaltı yapmak ardından ise akşama kadar ağlamakla geçiyordu. Aynanın karşısına geçip ne kadar güçsüz olduğumu haykırsam da ağlamanın insanı güçsüz yapmadığını bildiğimden söylediklerimi ciddiye almıyordum. Alamıyordum. Sanırım psikolojim de bozulmuştu ki benimle konuşan, sorularıma yada öylesine düşündüğüm şeylere cevap veren bir iç sesim bile vardı.
İç sesinden daha da fazlasıyımdır belki de.
Alışmıştım. Başta ne kadar korksam da insan bir süre sonra alışıyordu. Ablam ve abimin ölümünün ardından dokuz gün geçmiş, her gece kabuslarımın baş rolleri olmuşlardı. Beynimde yarattığım o algı bilinçaltımı esir alıyor ve rüyalarıma farklı bir şekilde yansıtıyordu.
Kalbim dışında acıya alışan bir diğer yanım da gözlerimdi. Aralıksız ağlıyor gözlerimin çektiği isyan bayraklarını asla umursamıyordum. Belki de artık bu davranışlarıma bir son vermem gerekiyordu.
Evin içinde dolaşan yardımcı kadın her ne kadar Ateş ve kardeşlerinin yanında bana karşı kibar ve ılımlı yaklaşsa da onlar gittiğinde bana bu evi cehenneme çevirmekten kendini alıkoyamıyordu.
Bacaklarımı yataktan sarkıtıp vücudumun kendine gelmesi ve halsizliğini atması için bir kaç dakika bekledim. Hemen ardından toparlanır toparlanmaz kendimi odadan dışarıya attım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANAYAN YARALAR
ChickLitBazen, tutunacak dal ararız ama kiminin sağlam kimininse çürük olduğunu göremeyiz... Saplantılıydım belki de ama masumdum. Göz göre göre acı çekmek ise alışkanlık olmuştu... SADECE 1. BÖLÜMÜ OKUMAYA BAŞLAYIN DEVAMI GELECEKTİR:) ❤️