25. AYNI ACININ TUTSAKLARI

132 9 1
                                    

Sezen Aksu- Son Bakış

25.BÖLÜM:"AYNI ACININ TUTSAKLARI"

ANDAÇ KOR

Küçükken uykuya dalabilmek için gökyüzünün en tepesinden kendimi aşağı bıraktığımı hayal ederdim. Bu bana özgür hissettirirdi, aşağı bırakmış olmanın getirdiği garip bir his tüm vücudumu ele geçirirdi. Kendimi tamamen özgür hissettiğim o anlarda tüm sorunlardan kendimi soyutlar ve zihnimde bambaşka hayallerin kapısını aralardım. Kapıları bir bir açtıkça kendimi kaçarcasına oradan atardım çünkü karabasan gibi üstüme çöken o korkunç anlar yakama yapışırdı. Fakat bir gün öyle bir kapı açtım ki korkunç olmasına rağmen gözüm kapalı daldığım tek yerdi. Belki de bu yüzden benim için özeldi.

İçi doldurulmamış bir adamın silueti dikilmiş tam karşımda dururken bana verdikleriyle onu tamamlamıştım. Bana ne kadar verirse onu o kadar tamamlamış, ona ne kadar verirsem kendini tamamlatmasına izin vermişti. Cehennemin yedi katında da ateşler içinde yanarken bir anda cennetin kapısındaydım fakat bana kapıyı açan şeytandı. Benim için bir melekti fakat özünde öyle değildi. Bana tamamlattığı o siluet geçmişimin kara lekesine atılan beyaz boyaydı, kendi ellerimle parçalarını yerleştirdiğim o siluet: Vuslat'tı.

Yelkovan ağır ağır hareket ediyordu. Her yeni bir dakikaya girişimizi çıkardığı sesten anlayabiliyordum. Bu beni sıkmaya başlamıştı. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi sıkıca yumup başımı arkamdaki duvara yasladım. Saatlerdir buradaydık fakat üçümüzden başka kimse yoktu. Belirli aralıklarla hemşireler geliyor, Vuslat'a bakıyor ve sonrasında geri dönüyorlardı. Yüzlerinde bu gibi durumlara alışkın olduklarını belli eden bir ifade vardı ve bu da benim canımı sıkıyordu. Çünkü tam şu an neler hissettiğimi benden başka kimse bilmiyordu. Herkesin bu kadar ifadesiz olmasını kaldıramıyordum.

Tam karşımda fakat bir o kadar da uzaktaydı. Gözlerimi açsam onun camın ardında yatan hareketsiz bedenini görebilecektim. Sayamayacağım kadar makineye bağlanmıştı, her birinin ucundaki bant göğsüne ve göğsünün belirli yerlerine yapıştırılmıştı. Kalp ritmini gösteren cihazdaki çizgiler ise o kadar durgundu ki bunu görmemek için dakikalarımı oraya bakmamaya çalışmakla geçiriyordum. Onu güçsüz görmeye tahammülüm yoktu çünkü bana kendini o kadar yenilmez göstermişti ki yenilebilecek olma düşüncesi bile beni çileden çıkarıyordu.

Telefonum yeniden çalmaya başladığında yüksek melodi bomboş koridorda yankılandı. Ağır hareketlerle elimi cebime atıp telefonu çıkardım ve kim olduğuna dahi bakmadan kulağıma yerleştirdim. Gözlerim kapalı olmasına rağmen zihnim o kadar diriydi ki her şeye hâkim olabilecek bir güçte hissediyordum kendimi.

Ben bir şey demeden karşıdan babamın sesi duyuldu. Sesine bulaşmış merak ise canımı acıttı. Gerçekten bana artık bir şeyler hissediyor muydu? "Kızım? O kadar aradım seni neden açmıyorsun?"

Suskunluğum ne kadar sürdü bilmiyorum fakat bana asır gibi geçmişti. Tırnaklarımı kotumun kumaşında gezdirdiğim sırada, "Müsait değildim, baba," diye mırıldandım. "Hastanedeyim."

"Hastanede misin?" Birkaç saniye duraksadı. "Sana mı bir şey oldu? Kaza mı yaptınız? Kızım susmasana bir şeyler de!"

"Baba," dedim çatlayan sesimle ve gözümden bir damla yaş çeneme doğru akmaya başladı. "Vuslat'ı vurdular."

"Ne?" Yelkovan hareket etmeyi bıraktı ve iki parçaya ayrılarak uçlarını içinde bulunduğumuz anın tam ortasına sapladı. Kan, zamandan sızıyordu. "Vuruldu mu?"

MAHİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin