Jackson'nın ardından en az 5 dakika bakakaldıktan sonra üşüdüğümü anlayıp kapıyı çaldım.
"Hoşgeldin Jonnie"
"Ben yatıyorum anne. Görüşürüz. Iyi geceler" diyerek merdivenlerden ikişer ikişer çıkmaya başladım.
Odaya vardığımda kapıyı kapattığım gibi tuhaf danslarımdan etmeye başladım. Mutluydum ve içimdeki sevinci durduramıyorum. Koluma girmişti. Acaba hırkamı hiç yakatmasa mıydım? Saçmalamıyım bence. Daha ne kadar saçmalamaya bilirdim onuda bilemiyordum. Bilgisayardan Justin'nin Confident şarkısını açarak dansımı devam ettirdim. Doğal olarak biraz daha artmıştı ama.
Saçma sapan danslarımdan yorulup yatağa sırt üstü kendimi attım. Neler yapmıştım ben öyle ya. En son ne zaman böyle olduğumu hatırlamıyorum. En son ne zaman böyle hissettiğimi. En son ne zaman kalbimin bu kadar hızlı çarptığını bilmiyorum. Belkide hiç olmadığındandır. Hiç yaşamadığımdan. Marco'ya karşı hiç böyle olmamıştı. Böyle hissetmemiştim. Marco'ya eskiden aşıksam şimdi Jackson'a değildim. Eğer Jackson'a aşıksam eskiden Marco'ya değildim. Daha aşkın ne olduğunu bile tam bilmiyordum. Lanet.
Gözlerimin kapakları kapanmaya başlayınca yatağa daha da yayıldım ve gözlerimi kapadım.
°°°°°°
"Nerde bu alarm" gözlerim kapalı söylediğim sözle birlikte elimi yan tarafındaki çekmecenin üstünde gezdiriyordum. Dün gece buradaydı. Gözlerimi ovuşturup alarmın nerde olduğuna baktım. Masamın üstündeydi. Kesin gece annem yerini değiştirmişti. Sesini duyup uyanayım diye. Uykum fazlasıyla vardı ama benim.
Oflayarak yataktan kalkıp alarmı kapattım. Odaya resmen sessizlik çökmüştü. O ne sesti öyle. Başım ağrıyordu. Sıcak bir duşun iyi geleceğini düşünerek banyoya girdim.
°°°°°°
Duştan çıktıktan sonra formalarımı giyinmiş, yüzüme bakım yapmış ve saçlarımı düzleştirmiştim. Şimdide aynanın önüne dikilmiş kendime bakıyorum. Neden olduğunu bilmeden Jackson'a güzel görünmek istiyordum. Bana baktığında wow demesini falan. Acaba o da benim için aynı şeyleri düşünüyor mudur? Özen gösteriyor mudur kendine? Ya da bi başkası için. Öyle bişey olursa o kız yaşayamazdı galiba. Ya da yüzü morartı içinde kalırdı.
Fazla zaman.kaybettiğimi düşünerek sandalyenin üstündeki çantamı alarak odadan çıktım.
"Jonnie" diye bağıran annemin sesine karşılık merdivenlerden inerken sakin bir şekilde "efendim" dedim. "Gel misafirimiz var" sabahın köründe. Misafir. Bu saatte. Misafir. Beynim kabul etmiyordu resmen. Misafirlerden hep nefret etmişimdir. Telefon denilen bişey icat edildi demi ama. Ondan yapın dedikodunuzu.
Mutfağa girindiğimde yemek yiyen kişiyi görünce dedikodu yapılamicak birisi olduğunu gördüm. Çünkü erkek,benim yaşlarında,ideal kilolu,yeşil gözlü,siyah saçlı biriydi. Annem bu çocukla dedikodu yapamazdı.
Benim kapının önünde dik dik baktığımı gören annem yanıma gelip " Jonnie. Bak bu kuzenin. Kuzenin olmasına rağmen daha önce çok küçükken görmüştünüz birbirinizi. Okuması için Fransa'ya girmişti. Şimdi okulu kapanıyomuş. O yüzden aynı okulda okuyacaksınız."
"Nee" diye çığlığı basınca çocuk kulaklarını elleriyle kapamış annemse bana boş gözlerle bakıyordu. Bu sırada da ağırlığından dolayı çantam omuzumdan düşmüştü.
"Çığlık atmana gerek yok. Altı üstü kuzeninim ben senin. Tabi yıllardır görmemişiz birbirimizi ama kuzeniz. Neyse ben Edward." Deyip yanıma gelip elini uzatmıştı. Benim yıllardır görmediğim böyle bi kuzenim mi varmış ya. Vay be.
"Jonnie" deyip elini sıktım. O sırada dışardan servisin korna sesi yükselmişti.
"Servisiniz geldi çocuklar. Edward'da seninle gelicek Jonnie. Bu arada Edward karşı sınıfınızda. Gösterirsin sınıfını. Okulu da gezdir. Hadi bakalım servisiniz beklemesin." Bizi sırtımıza vura vura kapıya sürüklemişti. Tam kapıyı açıkken bişey unuttuğumu fark ettim. "Çantam" dedikten sonra mutfağa gidip çantamı aldım ve evden çıktık.