Kulağımda çalan şarkıya eşlik ederken okulun yoluna yürüyordum. Tektim, alışıktım bu duruma.
Alec Benjamin'in sesi kulaklarımda yankılanırken yüzüme çarpan rüzgar beni rahatlatan şeydi.
Kulaklığa rağmen duyulan miyavlama sesiyle kulaklığımı çıkartıp etrafa bakındım. Çöp kutusunun kenarındaki küçük kedi miyavlıyordu. Telefonumu cebime atıp onun yanına yürüdüm. Küçük,gri bir kediydi.
"Noldu sana?" diye fısıldayıp yanına çömeldim. Hızlıca yanıma gelip uzattığım elimin altına girdi. Üşümüş ve acıkmış olmalıydı. Boynumdaki atkıyı çıkartıp onun etrafına sardım. Neyseki yakınlarda market vardı. Ona beni beklemesini söyleyip hızlıca markete girdim. Süt alıp çıktım.
Geri kedinin yanına döndüğümde kedi hala atkıya sarılıydı. Tek fark önünde zaten küçük bir su ve süt kabının olmasıydı. Atkının kuyruğunda da küçük bir not vardı.
"Soğuk havaya dikkat et Hongjoong-ah. Ha bir de, kedinin adı MATZ. Bence gayet tatlı ha. Mars iyi bir gün diler."
Hızlıca kafamı kaldırıp etrafıma bakındım. O biraz önce burdaydı ve ben bunu kaçırmıştım.
İlk bir kaç saniye şansıma sövsemde en azından el yazısına sahibim diye düşündüm.
Kedinin yanına tekrar çöküp kafasını hafifçe okşadım. "Atkım sende kalabilir Matz. Annen seni bulacaktır."
Aklımda dönen Marsla okula doğru yürümeye devam ettim.
•~•
Etrafımda dönüp arkadaş olmaya çalışan Yeosang dışında günüm mükemmel geçiyordu. Ta ki beden dersine kadar. Herkesin aksine beden derslerinden nefret ederdim. Eşleşmeli oyunlardan, bir topun peşinde koşmaktan...Çok saçma gelirdi. Kimseyi tanımıyordum bile.
Her zamanki gibi beden hocamızın azarını işitip mekik çekmeye başlamıştık. Normalde iki kişi çekmemiz gerekirdi mekiği. Ben genelde sona kalan insanlarla dalga geçerdim. Bugün sona hiç kimse kalmamış gibi gözüküyordu.
Tam çekmeme gerek yok diyip banklara gidiyordum ki hoca seslendi.
"Kim Hongjoong, sınıf başkanı işini bitirene kadar bekle. O sana yardımcı olacak."
Oflayıp geri oyun oynadığımız alana döndüm. Birkaç saniye sonra ise sınıf başkanı gelmişti yardıma. Daha önce elbette ki görmüştüm, ama konuşmamıştık hiç. İsmini de tam hatırlayamıyordum.
"Park Seonghwa arkadaşına yardımcı ol. Sonra serbestsin."
Seonghwa demek diye düşünürken çocuk konuştu. "Uzan. Dizlerini kırıp otur."
"Nasıl mekik çekeceğimi biliyorum."dedim.Biraz ters konuşmuştum sanırım.
"Hey, sakın ol. Hiç gülümsemez misin sen?"dedi Seonghwa ellerini dizlerime koyup.
Ona cevap vermeyip mekiğimi çekmeye başladım.
•~•
Üstüme dökülen yemeği silmeye çalışırken bir şeyleri kırıp dökmemek için zor duruyordum.
"Böyle okulun anasını sikeyim."
O sırada arkamdan gelen sesle oraya döndüm. "Sakin ol. Yardım edeyim." dedi Seonghwa.
Tam istemez demek için ağzımı açacaktım ki Seonghwa elini ağzıma kapattı.
"1 saattir onu silmeye uğraşıyorsun."deyip elindeki tişörtü uzattı. Ona anlamaz gözlerle bakınca elime tutuşturdu tişörtü.
"Benim yedek tişörtüm. Şimdilik giy sonra verirsin."
"Teşekkür ederim." Deyip kabine girdim. Üstüme tişörtü geçirip dışarı çıktığımda Seonghwa yoktu, sadece küçük bir kağıt vardı.
Kâğıdın üstünde onun instagram hesabı ve numarası vardı. Göz devirip telefonumu çıkardım. Arama kısmına kullanıcı adını yazıp takip isteği attım.
Kedim de olsa keşke
Seonghwa bey biraz hızlı
San için çok üzüldüm bende onun gibi dedeme bağlı bir insanım ve nasıl düşündüğünü anlıyorum