Krutt sabah, güneşin göz kapaklarından sızmaya çalışmasıyla uyandı. Bu ona göre en iğrenç uyanış biçimiydi. Gözünü rahatsız eden ışık kendini kör ediyor gibi hissediyordu.
Bugün herhangi bir görevi yoktu. Sadece yatağında oturup bütün yaşamsal faaliyetlerini burda gerçekleştirmek istiyordu. Tabi bu sadece bir istekti. Az sonra çalan kapı yüzünden ayağa kalktı.
Uykusundan yeni uyandığını belli eden mayışıklıkla ayaklarını yere sürte sürte kapıyı açtı. Gelen kargocuydu. Gözlerini ovuşturdu ve kaşlarını çattı.
"Mieczslaw Stilinski?" Ona kargo gelen günler bir elin parmağını geçmezdi ve bu gelen şeyin ne olduğu konusunda ki merakını körüklüyordu.
"Benim?" Sesi hala boğuktu ve kapıyı tamamen çekip kargocuya biraz daha yaklaştı. Sanki kutunun içinden çıkan herhangi bir enerjiyi hissedip ne olduğunu anlamak istiyordu.
"Şuraya imzanızı atar mısınız" Mieczslaw kutunun içinden güzel bir şeyler çıkması umuduyla imzasını attı ve kargocuya teşekkürünü iletip kapıyı kapattı.
Büyük bir hızla koltuğa oturduğunda paketi yırtarcasına açtı ve eline gelen kalın bir kitap, bir kağıt ve dolma kaleme şaşkınca baktı.
Önce küçük kağıdı açtı. İçindekini okurken kaşlarını çattı hadi ama bugünü yatağında geçirecekti.
Stiles...
Diye başlıyordu kağıtta ki yazılar. Bu kendisinin bir diğer lakabıydı. Miezcslaw demek insanlara zor geliyor olmalıydı.
Uzun zamandır yanımda çalıştığını biliyorum ve gösterdiğin başarılar seni bir üst kademeye çıkarma isteğimi açığa çıkarıyor. Tabi bu tek benim isteğimle olacak bir şey değil o yüzden becerilerini açığa çıkarman için sana bir şans veriliyor. Yapman gereken tek şey şu hakkında bir şey bilinmeyen Brann'i bulman. Eğer onu bulursan toplantıdan olumlu sonuç alacağıma eminim. Başarılar...
Stiles elinde ki kağıdı tekrar tekrar okudu. Brann'i bulmak mı? Bu, birilerinin kendisini bulması kadar zordu. Öyle birisi olup olmadığından bile emin değildi. Kimse değildi. Bu sadece bir söylentiydi ona göre.
"Demek ki değilmiş" dedi kendi kendine ve yukarı çıktı. Üstünü değiştirip yatağına baktı. 'Zaten geri yatacağım' diyerek aşağı indi. Kutuda ki dolma kalemi aldı. Bunun bir amacı yoktu. Sadece dolma kalemleri severdi. Kitabı da alıp cipine bindi. Bu cip onun hayatıydı. Bir kaç tane daha arabası olmasına rağmen cipinden vazgeçemiyordu.
Güneş gözlüğünü takıp nereye gittiğini bile bilmeden sürdü. Bir kaç dakika sonra arabanın içini karnının gurultusu doldurduğunda ancak aç olduğunu anladı. Bir kafenin önünde durdu ve hızlıca bir sandviç alıp geri çıktı. Kahvaltıya önem vermezdi. Şu kahvaltının en önemli öğün olduğunu söyleyen kişileri de saçma buluyordu. O kaç senedir kahvaltısını bir kase gevrek ya da bir sandviçle yapmış adamdı.
Nereye gittiğini bilmediğini düşünse bile biliyordu. Gözü kaplı bulabileceği yolları geçerken içi huzur doluyordu. Burası aslında sadece yer altı mağarasına benziyordu fakat burası bütün bilgilerini, öğrendiklerini, öğreneceklerini ve en önemlisi olayları incelediği panodan oluşuyordu.
Uzun zaman boyunca o pano da kırmızı ipler vardı sadece. Ki bu hiçbir şeyi bilmediği anlamına geliyordu. Zaman geçtikçe ipler önce sarardı ve sonra da yeşile büründü. Sarı yavaşça ilerlediği ve yakında çözeceği olayları anlatıyordu. Yeşil ise çoktan hallettiklerini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BRANN AND KRUTT
Teen FictionKrutt ve Brann gerçek isimlerinin bile bilinmediği efsaneler. Peki ya birbirlerini bulmak zorunda kalırlarsa.