On Üç - Ehvenişer

319 87 32
                                    

Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar. Ama şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın. - SABAHATTİN ALİ.

*

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

*

Göz göze geldiğim o esmer adamdan bakışlarımı kaçıramadım. Yürüdüğüm tüm yollar yanmış, alevler ileriye kadar sıçramış, yolu kömür karası dumanlar basmıştı. Yeniden yolumda bir ışık aradım. Kafamda birkaç saniyede birkaç senaryo ürettim ve kendimizi kurtaracağımız sonlar yazdım. Her şey bitmiş ama her şey yeniden başlamıştı. Sonun bıraktığı keskin dönüşlü virajlar kalmıştı.

Bu nasıl mümkün olabilirdi? Servet'in evini soyduğumuz zaman Ece ile oyalayıp durduğumuz hatta Ece'nin kısa süreliğine aşık olduğu o esmer güvenlik salonumuzun içindeydi. Koltuğumuzda oturuyordu. Herkesi saran sakinlik beni ürkütüyordu.

"Ceylanım," dedi Oğuz sakince, bakışlarında anlamamı istediği kelimeler yatıyordu. "Gel otur yanımıza. Beyefendinin konuşacakları varmış. Senin gelmeni bekledi."

"Seni saklamaya çalıştı arkadaşların ama ben burada yaşadığını bildiğim için gelmeni bekledim. Yanılmamışım." dedi adam sert bir sesle. Ses tonu buydu. Duruşu, bakışı, konuşması sertti. Erkeksi yüzünden ciddiyet akıyordu.

"Pekala," diyerek soluklandım ve Oğuz'un yanına oturdum.

Eralp ile yaşadığımız tartışmaların bedenimde bıraktığı yoğun sinir yerini devretmemişti henüz.

"Haydi anlat. Ne istiyorsan iste, ne söylüyorsan söyle. Sonra çık git evimizden." Mete'nin sesi gergin geliyordu. Dizini yavaş yavaş sallamaya başlamıştı.

Ece ile göz göze geldik. Fazla rahat duruyordu. Bana çaktırmadan göz kırpıp adını bilmediğim o adama döndü.

Ece, sen iflah olmazsın.

"Sen de haklısın birader. Ne de olsa tablolarını çaldığınız adamın sağ koluyum ben," dedi ve ellerini birbirine kenetledi. Oğuz onun çaprazında kalan koltukta oturuyordu ve o da parmaklarını yavaşça kenetledi. "Daha doğrusu siz öyle biliyorsunuz."

"O ne demek şimdi?" diye sordu Melikşah tehditkar bir şekilde göz kırparak.

"Ben..." Boğazını temizledi. "Eski Başkomiser Rıdvan Tütüncü."

Hangisi daha kötüydü? Tablolarını çaldığımız adamın bizi bulması mı yoksa bizi bulan kişinin eski bir polis memuru olması mı? Neyin içine düştük, diyen bakışlar yavaşça gezindi birbirimizin üzerinde. Arap saçına dönen işlerin karmaşıklığından sıyrılacağım o anı bekledim. Bir yol, bir iz, bir ipucu kalmalıydı geriye.

IŞIKSIZ YOLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin