Müphem: Belirsiz.
*
Masallara on yaşıma kadar inandım. Kötülerin kaybettiği, iyilerin sonsuza kadar mutlu yaşadığı masalları her gece anlattı annem. Her gece başka bir dünyaya götürürdü beni. İçinde baba kavramının olmadığı masallardı bunlar, olsa da çıkarırdı baba ile ilgili her şeyi. Büyüdüğümde, yanlış dinlediğim masalların doğrusunu öğrendiğimde anlamıştım bunu. Her gece yanına yatırır, dünyanın en güzel sesiyle okurdu masalları. On yaşımdan sonra bitti masal diyarlarına yolculuğum. Oysa kaç yaşıma gelirsem geleyim, her gece annemin sesinden masallar dinledikten sonra uyumayı diliyordum. Dileklerim ucunu eskimiş kibritleriyle yaktılar. Sırf ben üzüleyim diye masal sayfalarımı yaktılar. Bilmiyorlardı, masalların büyüsü kitapta değil, annemin sesinde saklıydı. Beni iyilerin varlığına inandıran, kötülerin de pişman olabileceğini kanıtlayan annemdi. Annem gidişiyle birlikte masallara olan inancımı da götürdü. Dileklerimi yakmak isteyen insanlar pis ellerini ovuşturarak bir köşede izlediler beni. İyiler sonsuza kadar mutlu yaşasaydı annem yanımda olurdu. Kötüler cezasını çektikten sonra iyi olma şansına sahip olabilseydi, babam annemin ayaklarına kapanıp af dilerdi.
Ölmeden önce af dilemediler annemden.
Ve annem bu dünyadan onlara kırgın ayrıldı.
Ona annemin mezarına gideceğimizi söylediğimde şaşırmıştı. Bunu beklemediğini biliyordum. Susmuştu. Yol kenarında bir çiçekçide durup saksıda çiçek almıştı. Bunun nedenini sorduğumda, mezar ziyaretine çiçekle gidilmez mi, demişti. Sonra aldığı çiçeğin uygun olup olmadığını sormuştu. Mezar ziyaretine ilk defa gidecek bir çocuk gibi tecrübesiz, telaşlıydı.
Şimdi herkese ürkütücü gibi görünen mezarlığın önündeydik. Anneme sarılacaktım, annemi öpecektim, anneme annem için ağlayacaktım.
Annemin mezar taşı, annem olmuştu benim için.
Arabadan çıkmış, yanımda duruyordu. Kollarımın arasındaki nergislere sarıldım. Bu çiçek annemin toprağına kavuştuğunda benden anneme haber götürecekti.
"Biraz bekleteceğim seni." dedim ona dönerek.
"Ben de geleceğim seninle," dediğinde boş boş baktım yüzüne. Benimle gelmesini istemiyordum. Annemle yalnız kalmak istiyordum. "Uzağında beklerim. Gece vakti ne olacağı belli olmaz."
"Bir şey olmaz, Eralp. Gelmene gerek yok."
"Orası belli olmaz," dedi anında. "Yürü, bekletme anneni."
Ona bakmadan gülümsedim.
Ben önde, o arkada girdik mezarlığa.
Gecenin karanlığında, usul usul yürüdüm annemin yanına. Onun yattığı yer, hafızamı kaybetsem de unutmayacağım tek konumdu. Adımlarım ezbere ilerliyordu. Zihnim ve duygularım öyle yoğundu ki, adımlarımın hafızasıyla hareket ediyordum.
Annemin mezarının önüne geldim. Nihayet.
Mezar taşında ismini defalarca kez okudum.
Narin Keskin.
Göz ucuyla Eralp'e baktım. Bana biraz uzakta oturmuş, elindeki çubukla yerdeki toprağı eşeliyordu. Bana bakmaktan kaçınıyordu.
Mezara doğru yaklaştım ve dizlerimin üzerinde eğildim. Oturmadım. Elimdeki çiçeği mezar taşına bıraktım. Ellerimi açıp ona dua okudum.
"Anne..." Sesim titredi. Onu ölesiyle özlemiştim. İnsan mezar taşını özler mi? Mezar taşını bile özlemiştim. Elimi toprağına atıp avuçlarımın arasına aldım. "Gelebildim sonunda anne. Çok ayrı kaldık. Kızdın mı bana? Kızma. Yanına gelecek yüzüm de olmuyor çoğu zaman biliyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IŞIKSIZ YOL
AksiBiz altı kişiydik. Vasfımız hırsızlıktı. Kurallarımıza uyan herkesten çalardık. Tek bildiğimiz birbirimizi korumak ve yalnızca birbirimizi sevmekti. Önce dostlarını sevecektin, onları koruyacaktın. Başka önceliğin olmayacaktı. Biz birbirimizin öncel...