Kayıp mutluluk -6-

184 37 0
                                    

"İnsanlar herzaman mutlu olmaz. Bazen öyle görünmek zorunda kalır..."
-A.A

"Çok daha iyi, merak edilecek hiçbir şey yok. Bir kaç ilaç bırakacağım bayan Alice. Zamanında içmesine dikkat edin lütfen. Birazdan kendine gelecektir."
Biri konuşuyordu. Konuşmadaki uslüp ve bilgeliğe bakılırsa bu bir doktordu. Alice'e birşeyler anlatıyordu ve muhtemelen konu bendim.
"Sağolun doktor. Ilginiz için teşekkürler." Diye cevap verdi Alice. Zarif ve ince bir sesle. Üzerinde olduğum rahat yatak birden havaya kalkınca. Ağır doktorun gitme vaktinin geldiğini anladım. Alice doktorla klasik birkaç şey konuşarak odadan çıktı. Uyuyor numarası yapmaktan sıkılıp gözlerimi açtım. Beyaz bir tavanla karşılaşan gözlerim yorgun ve ağırdı. Elimden de destek alarak yatağın üzerine oturdum. Ne kadar zamandır yatıyorum bilmiyorum ama vücüdum kaskatı olmuş. Gerinip, esnedikten sonra tam karşımda duran yuvarlak el yapımı saate baktım. Neredeyse öğlen olmuş. Kafamı yatağın başında ki pencereye çevirdim. Saten, yere kadar inen lacivert perde, sıradan görünen pencereyi kraliyete çevirmişti. Alice'e ait olduğunu düşündüğüm bu oda çok iyi görünüyordu. Her renkten bir ton vardı ama ne kalabalık duruyordu nede bunaltıcı. Renkler birbirine aşık gibiydi hepsi çok iyi görünüyordu.
"Günaydın uykucu" dedi Alice neşeyle içeri girerken.
"Günaydın" dedim sesim oldukça zayıf çıkmıştı. Alice'nin yüzü düştü.
"Iyisin öyle değil mi liss"
"Evet. Iyim. Gerçekten." Inanmasını ve üzülmemesini istiyordum. Bu yalan sayılmaz.
"Dün neler oldu.?" Bu soruyu sorup Sormamak arasında çok kez gidip geldim. Duymaktan kormadığım ve emin olduğum tek şey okulda bir kez daha rezil olmuş olmamdı. Ama bu çokta umurumda değildi. Nede olsa burada sayılı günüm vardı.
"Byn jessie ile tartıştım!"
"Ne, ciddi misin?" İşte ilk berbat haber.
"Evet. Ben bir kaç kez senin yaptığın şeyi yapıp dersten çıkmıştım. Seninde aynı şeyi yaptığını zannediyordu. Yanına gelinceye kadar." Dedi. Sonra da güldü. Sanırım yaptığı şeylerden biri gelmişti aklına.
"Neyim ben yalancı mı?" Aslında evet kötü bir yalancıyım ama bu sadece iyi şeyler için. Bu da yalan olmaktan çıkıyor. Bu arada ikinci kötü haberinde öğrenmiş oldum.
"Sonrasında seni kaldırmaya çalıştık. Ama sen kalkmak yerine bir sarhoş gibi mırıldandın, konuştun, konuştun ve konuştun" dedi. Garip bir şekil aldı yüz ifadesi. Elimle yüzümü kapatıp;
"Üçüncü kötü haber" diye inledim.
Sanırım bundan fazla yeni haber kaldıramayacağım. Yeterince can sıkıcıydı.
"Herneyse Alice. Telefonum nerde?" Tek derdim konuyu kapatmaktı.
"Şarja taktım." Nasıl oluyordu da bitiyordu bu kahrolası şarj. Üstelik hiç kullanmama rağmen. Nedenini bilmediğim garip bir sinir gitmişti içime. Elimi saçımın arasından sertçe geçirip, battaniyeyi üzerimden attım. Bir tür kriz geçiriyor olmalıyım.
"Kahvaltı etmek ister misin liss" dedi. Midem bulanıyordu ama aç değildim yada bişey yemek istemiyorda olabilirim.
"Hayır Alice. Eve gitsem iyi olacak" dedim.
"Şey lisa. Annenle konuştum ve bu gecede gelemeyeceklerini söylediler. Senin yalnız kalman doğru olmaz. Yanımda kalmalısın" diyince benim sinir sistemim iyice çığırından çıkmıştı. Kulağımın içinde çınlayan çan sesi gözümü döndürüyordu. Kendi hakimiyetimi kaybediyorum. Belkide yeni bir yer ayarlıyorlardı ve o sinir bozucu konuşmaları yeniden tekrarlayacaklardı. Odanın içinde dönmekten yorulup
"Ne demek gelmiyorlar" diye bağırdım. Alice şaşkınlıkla bana baktı.
"Sakin olur musun" dedi.
"Sana neden gelmediklerini sordum."diye tekrar bağırdım. Yanıma yaklaştı, elini omzuma koyup gözlerimin içine deler gibi baktı.
"SAKIN OL."diye tekrarladı. Aynı annem gibi yapmıştı. Bu tür geçici krizlerimi kontrol altına alan tek kişi annemdi. Alice ikincisi olmuştu artık. Vucüdüm uyuştuğunu hissediyordum. Elimi tutup beni yatağım üzerine oturttu.
"Ben iyim. Özür dilerim, sanırım bir an önce burdan gitsem iyi olacak" diye geveledim.
"Ben çok acım liss. Kötü bir arkadaşsın sen. Beni yalnız bırakamazsın." Diyip melek gibi gülümsedi. Böyle bir insana nasıl olurda bağıra bilirim.
"Ben.. Gerçekten üzgünüm Alice. Yani sana bağırmamalıydım." Elimi kırmak üzereydim.
"Hadi ama biz arkadaşız. Böyle şeyler gayet sıradan. Şimdi banyoya git, iyi bir duş al. Seni aşağıda bekliyorum." Dedi ve sarılıp çıktı.
"Sen bir aptal mısın? Yada bir şapşal! Belkide sadece şizofrenin tekisin... Nesin sen lisa? Ne?" Kendi kendime hakaret etmek rahatlamamı sağlamıştı. Şimdi çok daha iyim. Büyük beyaz kapıdan banyoya girdim. Kapının yanına özenle koyulmuş yeni kıyafetler vardı. Benim için almış olmalı. Kısa sürede duş alıp çıktım. Yeni kıyafetleri giyip saçlarımı topladım ve Alice'i bekletmemek için koşarak aşağı, oturma odasına gittim. Alice televizyon karşısında dalmış gitmişti.
"Heyy! Acıktığını sanıyordum." Diye gülerek seslenince yerinden sıçrayıp arkasını döndü.
"Biraz daha gecikseydin. Burda açlıktan ölebilirdim." Dedi oda gülerek. Ayağı kalkıp yanıma geldi.
"Çok iyi görünüyorsun."
"Alice bunlar için teşekkür ederim. Aslında evden bişeyler getire bilirdim."dedim.
"Evinde ne kadar elbisenin olduğunu biliyorum liss. Sakin ol. Bunların sana yakışacağını düşündüm ve adım." Dedi.
"Peki. O halde çıkalım mı artık." Daha fazla beklemek istemiyordum. Biran önce dışarı çıkmak istiyordum.
"Tamam. Sen çık bende yukarıdan montumu alıp geleceğim." Dedi ve koşarak merdivenlerden çıktı. Alice bu kocaman evde yalnız yaşıyordu. Ailesinden hiç bahsetmemişti ve ben onlarla henüz tanışmamıştım. Kim bilir belki onlarda tıpkı benimkiler gibi birer kaçıklardır. Sonunda Alice gelince araba binip şehirden epey uzaklaştık. Gittiğimiz yer uzak olduğu müddetçe sorun olmazdı. Çünkü bu garip şehre geldiğimden beri kendimi kontrol edemez oldum. Bu sakıncalı birşey.
"Nasıl hissediyorsun." Bu soruya verebileceğim tek gerçek cevap vardı.
"Farklı." Evet tek gerçek cevabım buydu. -Farklı- Bu cevap ona komik gelmişti. Sırıtıyordu.
Sonunda yol bitmişti.
"Umarım işe yarar ve doyurucu yemekleri vardır buranın. Bunca yolu kahvaltı etmek için geldik ve boş dönmek istemiyorum." Diye seslendim Alice'e
"Burayı çok seveceksin." Evet bende bunu istiyorum zaten. Burayı sevmek hiç fena fikir değil, alışmadığım sürece. Ormanın kalbi gibi bir yerdi. Etraf alacayeşildi. Rahatlatan kokusu ve huzur veren sesleriyle gizli bir tapınaktı adeta. Taşlı yolları şehirden uzaktı. Uzunuzadıya ağaçlar evlerin yerini almıştı. Gürültü diye bişey yoktu huzur veren su sesinden başka. Yağmur bile kıyamıyordu yağmaya. Güneş en güzel yüzünü açmış mehtapta öylece duruyordu.
"Burası inanılmaz" dedim hayranlıkla.
"Sana beğeneceğini söylemiştim." Dedi
"Beğeneceğimi zaten tahmin ediyordum. Fakat aşık olacağım aklıma bile gelmezdi." Gülümseyip beni güzel bir bahçeye götürdü. Büyük beyaz masalar vardı bahçenin içerisinde. Geçip birine oturduk. Ben hala etrafı izlerken iki garson menüyü getirdi. Alice menüye bakmadan birkaç şey istedi. Bende biraz göz gezdirdikten sonra bir kahve istedim.
"Liss önce kahvaltı."diye uyardı Alice. Neydi bu insanların bana karışma hobileri bir türlü çözemiyorum.
"Peki."dedim. Şuan tartışacak yada sinirlenecek bir modda değildim. Tek ihtiyacım olan şey biraz kafa dinlemekti burda da yeterince mevcut.

Güneş batmaya yakın, kırmızımsı bir renge bulandı gökyüzü. Bizde bu manzaranın iki şahidi. Çimler sıcacık, üzerinde uzanıp sessizliği dinledik bir süre.
"Sana birşey sorabilir miyim?"dedim hala gökyüzüne bakarken.
"Evet, tabii" dedi.
"Sen ve jack, neden ayrıldınız?"
"Sanki bu konuşma bir kez daha yaşanmıştı. Dejavu mu bu?" Dalga geçiyor benimle.
"Dalga geçiyorsun Alice."
"Bak lisa o bir meleze aşık. Ben sadece bunu bilerek ona aşık oldum bu kadar?"dedi.
"Melez nerde!" Bu soru onada garip gelmiş olacak ki kafasını salladı.
"Bilmiyorum. Ve umarım hiç bilmem." Sesi nefret doluydu. Bakışlarıda aynı nefretle göklerdeydi.
"Susmam gerektiğini biliyordum ama birşeyi daha merak ediyorum."dedim ona bakmadan.
"Sor lis."
"Ailen nerde?" Dediğimde sanki bin parçaya bölünmüştü. Gözünü kapattı ve dudağını ısırdı, yeniden gözlerini açtığında gözünün yanında biriken damlacığı fark ettim. Onu ağlarken görmek kendimi kötü hissettirmişti.
"Sormamalıydım üzgünüm!"dedim. Uzun süre yine konuşmadı.
"Şehrin dışında kocaman bir sirk gösterisi düzenlenecekti. Günler, haftalar hatta aylar öncesinden o günü bekliyordum. Bunun için ders notlarımı hep yüksek tuttum. Annemi ve babamı üzmedim ve kardeşim jonie hep yardım ettim. Sonunda o gün geldiğinde heyecandan bayılmak üzereydim. Akşam olmuş babamı bekliyordum. Kapı çalındığında koşarak açtım. Iki yabancı kocaman adam annemle konuşmak istediklerini söylediler. Annemi çağırdım. Anneme ne söyledilerse annem çığlıklar atıp ağlamaya başladı. Sonra babamın öldüğünü öğrendim. Şehirdeki bütün erkekler annem ve bizi istemiyorlardı bir gece annemin bizi öpüp gittiğini hatırlıyorum. Sabah çok aradım evin içinde ama kimse yoktu. O günden sonrada hiç olmadı. Artık geriye ben ve jonie kalmıştık. Dokuz yaşındadım. Evde yalnızlık ve çok üşüyorduk. Jonie hastalanmıştı onu ısıtmak için Isıtıcıyı açtım gece çok sıcak olduğu için kalkıp terasa çıktım. Sabah gözümü açtığımda çığlık çığlığa insanların sesleri geliyordu. Büyük bir araç yükselip beni aldı ve yere indirdi. O an evimizin küle dödüğünü ve kız kardeşim jonie'nin canlı canlı, belkide ağlayarak yandığını öğrendim. Benim bir ailem olmadı." Dedi. Hıçkırıklara karışan göz yaşlarım dinmek bilmiyordu. Oda ağlıyordu hemde çok derinden. Kaybetmek tamda buydu işte. Alışmaktan korkmak tamda bu olabilirdi. Ne ağlamayı kese biliyordum nede ona teselli verebiliyordum. Hayat buydu işte. Pembe olan kısmı sadece uyuduğumuzda ve iyi birer çocuk olduğumuzda görebiliriz. Hayatın asıl rengi zifirikaranlıktı.

Kayıp MutlulukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin