Kayıp Mutluluk -1-

1.1K 94 32
                                    

"Sevgi ve nefretin birleşmesiyle ortaya çıkabilecek tek şeydir, SESSİZLİK..."

"Hayır anne, hayır!! Bu hep böyle devam edecek. Yoruldum artık ben. Tam bir yere alışacakken hoop yeni bir yer, yeni bir hayat. Sürekli birşeylerden kaçıyormuşuz gibi şehir değiştirmekten sıkıldım, sürekli altüst ediyorsunuz dengemi ve bunun bir sonu olmayacak..!" Diye deli gibi bağırıyordum. Tüm bu sertliğimin zıttına beni güçsüz gösteren göz yaşlarıma lanet okudum defalarca kez içimden. Elimin içiyle yanağıma süzülen yaşları silip, geçirmekte olduğum ani sinir kriziyle baş etmeye çalışıyordum, dev dalgalar halinde tüm vücudumu istila ediyorlardı. Annem tedirgin olmuş bir şekilde yanıma yaklaşıp ellerimi tuttu. Çikolata rengi saçları yanağına düşmüş, lacivert gözlerini gözlerime dikmişti, pürüzsüz ses tonuyla sakin olmam için adeta yalvarıyordu. O an farklı bir huzur girdi içime ve beni kendine getirdi.
"Lisa, bebeğim. Seni elbette anlıyoruz, senin için çok zor olduğunuda biliyoruz. Fakat seninde bizi anlaman ve yardımcı olman gerekiyor. Buradan gitmek zorundayız." Dedi aynı ses tonuyla.
"Peki ama neden anne, neden sürekli..." Dedim ve sesim sona doğru incelip yok oldu.
"Bilmen gereken tek şey senin için olduğu Lisa. " Sonunda konuşmuştu babam. Anneme göre daha soğuk kanlıydı. Endişeliydi ama asla annem kadar olmadı endişesi, belkide bu yüzden babama olan sevgim daha fazlaydı. Herzaman ideolum oldu babam. Her ne kadar annem gibi çikolata rengi saçlarım, beyaz tenim ve ince uzun bir fiziğim olduysada, asabiyetçi ve güçlü tarafımı babam yaratmıştı ve beni onlardan ayıran tek özellik "gözlerimdi". Onların eşsiz lacivert gözlerinin aksine bir çift zümrüt yeşili göze sahiptim...

İçim sıkılmıştı. Herşey üzerine geliyordu adeta. Yeni bir sinir krizi geçirmeden önce kurtulmalıydım buradan.
"Sanırım biraz hava almalıyım"dedim gözlerimi devirerek, sesim yorgun ve sıkkın çıkmıştı. Birşey söylemelerine fırsat vermeden kapıya doğru yürüdüm. Montumu ve botlarımı hızlıca giyip kapıyı açtım. Aniden rüzgarın yüzüme çarpması suratımı buruşturmama sebeb olmuştu. Kapıyı arkamdan sertçe kapatıp boş ve buzlu kaldırımda yürümeye başladım. Bir daha kim bilir ne zaman geçecektim bu caddeden. Tüm bunların sorumlusunu çok merak ediyordum. Kimsen kaçıyorduk, neden kaçıyorduk ve nasıl oluyorda her defasında buluyordu bizi. Ve belkide en önemli soru "bizimle olan derdi neydi." Birgün kaçacak bir yerimiz kalmayınca ne yapacaktık...

Soğuk rüzgar içime işlemişti ve vücudumu hissizleştirmişti. Biraz ısınmak için karşıma çıkan ahşap dekorlu küçük bir Kafe'ye girdim. İçeri girer girmez sıcağı hissettim ve bu hissi seviyorum. Çok az kişi vardı içeride. Herhangi bir masaya doğru ilerlerken altımda gıcırdayan ahşap tahtaların sesi beni utandırmıştı. Sonunda geçip hızla oturdum sandalyeye. Hiç vakit kaybetmeden karşıma siyah, ütülü pantolonu ile bembeyaz gömlekli bir garson geldi, yüzünde sahici ve içten bir gülümseme vardı. Elindeki kahverengi menüyü uzattı. Aslında sadece "sıcak çikolata" isteyecektim yani bir menüye ihtiyacım yoktu ama yinede alıp biraz karıştırdım.
"Bir sıcak çikolata rica edebilir miyim?" Dedim, annemin çok önem verdiği nezaket kurallarına uyum sağlayarak.
"Elbette hanım efendi" dedi ve bana bakmaya devam etti. Uzun süre hiç istifini bozmayan bu komik adam sonunda içeriden çağrıldığını anlayıp hızla gitti. Bu tür şeylerle çok sık karşılaşırım ve bir yenisi daha eklenmişti artık. Zaten, belkide bu onunla olan son görüşmemizdi.İşte yeniden sıkılmıştı canım. Kendimi üzmek ve sinirlendirmekte çok başarılıyımdır herzaman. Sevdiğim tüm bu insanlardan uzaklaşmak zorunda kalmamın benim için ne tür bir iyiliği olduğuna anlam veremiyorum. Gideceğimiz yeni yer içinde aynı şeyler yaşanacaktı ve en kötüsüde bunun bir sonunun gelmeyeceği. Buğulanmıştı gözlerim ama dökülmelerine izin vermeyeceğim bu sefer. Tırnaklarımla uğraşırken, kapı yeniden açılmıştı, kafamı o yöne doğru çevirdiğimde iki tanıdık simanın bana doğru yaklaştığını fark ettim, huzursuzca kımıldandım yerimden. Annem Lina ve babam Arthur'dan başkası olamazdı. Masama yaklaştıkları sıra yüzlerindeki gülümseme beni rahatlatmaya yetmişti. Tıpkı küçüklüğümdeki kadar huzur vericiydi, mutlu ediyordu beni.
"Oturabilir miyiz hanımefendi" dedi babam yumuşak sesiyle.
"Evet" diye bilmeyi başardığıma inanamadım bir ara. Onları kırmıştım ve bunu ilk kez yapmıştım. Ikisinin oturduğu zaman sıcak çikolatam gelmişti. Aynı garson şimdi annem ve babama bakıyordu. Hayran olmuş bir şekilde yada daha çok tanrı ve tanrıçaya bakar gibi hatta tapar gibi bakıyordu. Şaşırmış şekilde bir kezde bana baktı ve onlara birşey isteyip istemediğini sordu. Sipariş alamadığı için mi yoksa gözlerini onlardan ayırdığı için mi bilinmez ama üzgün ve dudağını sarkarak ayrıldı yanımızdan.
"Özür dilerim lisa" dedi annem aniden. Garsonun gitmesini bekliyormuş gibi ve yeniden buluşturdu lacivert gözlerini benimkilerle. Ben daha boş gözlerle onu seyrederken babamdanda bir özür geldi. Tam olarak ne oluyor anlamadım ama umut ediyorum ki vazgeçmiş olsunlar.
"Sanırım benimde size bir özür borcum var" dedim kırgın bir bakış ve hüzün dolu sesimle. Başımı önüme eğip beni affetmelerini beklerken, baban iri ve güçlü elleriyle çenemden tutup nazikçe başımı kaldırdı.
"Senin özür dilemene gerek yok meleğim. Tüm bunlar bizim hatamız, senin sürekli böyle bir mecburiyette bırakmak, sevdiğin ve değer verdiğin insanlardan ayırmak sadece bizim hatamız olabilir ve çok üzgünüz. Seni ne kadar çok sevdiğimizi biliyorsun ve tüm bunları senin için yaptığımızda bu yüzden bize güven ve yardımcı ol. Senin bu şekilde üzülmeni istemiyoruz Lisa. " Dedi tane tane, sakin sakin. Beni sevdiklerine tabi kii şüphem yoktu, hiç olmadıda. Sadece bana tüm bunların nedenini anlatmamaları üzüyordu beni.
"Lina, Arthur veya anne,baba. Beni sevdiğinizi biliyorum ve bundan şüphe duymuyorum. Beni birinden veya birşeyden koruduğunuzada inanıyorum. Ama bunun bir sonunun olmayacağının farkındasınız. İşte kabul edemediğiniz tek gerçek bu." Dedim, dirseklerimle masadan destek alarak. Hala bir umut vardı içimde, hala birşeylerin değişeceğini düşünüyordum. Kelimeleri önemle ve özenle yerleştirip konuyu bir kez daha izah ettim onlara, kısacası elimden gelenin fazlasını yapmıştım ama annemin endişe dolu bakışları bir nebze olsun değişmemişti, hala 100 metre öteden fark ediliyordu gereksiz endişesi. Olmadı işte, olmayacaktıda. Ne yaparsam yapayım lanet olası sonucu değiştiremiyordum. Kollarımı masada çekip kendimi sandalyeye bıraktım. Canım acımıştı hemde çok ama şuan bu umurumda bile değildi. Kollarımı birbirine kenetleyip, dışarıdaki dinmek bilmeyen fırtınayı seyrettim. Insanın kaderi gibiydi tozun, toprağın, yağmurun ve karın rüzgarı. Ne yaşanırsa yaşansın geriye "KADER" demek kalıyordu. Benimki de böyle birşeydi işte bana kalan "kader" demekti. Kısa bir aradan sonra
"Peki" dedim hala dışarıyı seyrederken.
"Siz nasıl istiyorsanız öyle olsun herşey. Rahatlıkla ve tadını çıkararak mahvedin hayatımı. Nede olsa bu uzun yıllar böyle devam edecek" sinirle ikisininde karanlık lacivert gözlerine bakıp masada ki sıcak çikolatamdan bir yudum aldım ve ayağı kalktım. Söyleyecek başkada birşeyde kalmamıştı nede olsa...

Kayıp MutlulukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin