Odada ritmik şekilde çıkan ve asla susmayan monitörün sesi...
Ardından uzun bir sessizlik.
Telaşlı ayak sesleri, ardından uzun bir süre sessizlik.
İçimden attığım bitmek bilmeyen acı çığlıklar, ardından kulakları sağır edici bir sessizlik.
Daha gözlerimi bile açamadan üzerimde hissettiğim tonlarca yük çok acımasızdı. Kollarımdaki acılar, ağzıma yerleştirilmiş bir maske, sürekli kolumu sıkan bir tansiyon aleti ve göğsüme yapıştırılmış kaç tane olduğunu bile sayamadığım kadar kablo.
Kim böyle uyanmak isterdi ki, nerede olduğunu, nasıl olduğunu bile bilmeden, uyandığında seni neler beklediğinden habersiz, kim isterdi?
Tüm bedenim garip bir şekilde uyuşmuşken ve vücudumun neredeyse her tarafı adını bilemediğim aletler tarafından sarılmışken gözlerimi açıp savaşmaya çalışmak benim için o kadar zordu ki. Nasıl anlatılır bilmem, içimde ki bu duygu 10 üzerinden kaçtır onu da bilmem? Bir kalıba sığdıramam, zavallı beni hiç bir kalıba sığdıramam.
En kötüsü de bu hissin bana yabancı olmaması, daha önce de yaşamıştım, ailemi defalarca krizlerim yüzünden korkutmuş ve soğuk bir hastane odasında sayısız kez aralamıştım gözlerimi ama bu sefer farklıydı, daha farklı hissettiriyordu.
Tüm acımı, ağrımı bir kenara atabileceğim kadar büyüktü bu his. Bilincim geldiği anda durumumu merak edip, ağrı kesici için dilenmem gerekirken daha da sinmiştim yatağıma. Ağır gelmişti, korkuttuğum insanların arasında onun da olması bedenime de ruhuma da çok ağır gelmişti. Durumumu bile merak edemez olmuştum, tek düşünebildiğim onun bu duruma ne tepki verdiğinden ibaretti.
Bu sefer çok daha zordu uyanması, göz kapaklarımı aralayıp gerçek dünyaya geri dönmesi.
Sahiden uyanmak neden bu kadar zordu benim için? En azından bunu yapamaz mıydım? Gözlerimi açıp mahvolmuş aileme ve sevgilime rahat bir nefes aldıramaz mıydım? Bu kadarını bile yapamayacak kadar acizleşmiştim ben, bir kez daha nefret ettim hastalığımdan, bana sunulan ve ucu bucağı gözükmeyen bu sınavdan bir kez daha nefret ettim.
Yorgundum ben, ruhumun her karışına, en ufak hücreme kadar yorgundum. Göz kapaklarımı aralayacak gücüm yoktu ki, açtığım anda beni karşılayacak ağrılara göğüs gerecek gücüm yoktu, Park Jimin'in ağlamaktan şişmiş güzel gözlerine bakarak yalan söylemeye gücüm yoktu. Tüm yıldızların parlaklığını gözlerinde toplamış bir meleği hayal kırıklıklarıyla baş başa bırakacak gücüm yoktu benim. Belki de bu yüzden istemiyordum uyanmayı, o gözlerin parlaklığını yitirme nedeni olmaktı en büyük korkum?
Aynı anda hem en büyük korkum hem de en büyük mutluluğum olmayı nasıl başarıyorsun, saatlerdir bunu sorguluyorum sevgilim?
Ben gözlerinden kaçmaya çalışıp uyanmamak adına direnirken, yattığım yerde, tam da şuan karşımda yine senin gözlerin var. Bana gülerken çizgi halini alan minik gözlerin, bana aşkla bakarken irislerinde gördüğüm kendi yansımam var, her saniyen benimle, her bakışın zihnimde.
Senden kaçarken bile sana sığınmam çok acınası değil mi?
Düşüncelerimle boğuşmaya devam ederken odamın kapısı aralanmış, içeriye büyük ihtimalle benimle ilgilenen hemşire girmişti. Alnıma tutulan ateş ölçerle anlık olarak irkilsem de bozuntuya vermemiştim.
"36.4 çok şükür düşürebildik. Hastamız birazdan uyanır, yanında bekleyebilirsiniz."
Hemşirenin dediklerinden tek anlayabildiğim şey ateşimin çıkmış olmasıydı. Çok geç olmadan meleksi sesiyle cevap veren sevgilimin de odada olduğunu fark etmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perfect Man || Yoonmin
FanfictionSen fazla mükemmeldin Yoongi, herkesin isteyebileceği bir hayatın vardı, önümdeki en mükemmel örnek sendin. Bu hayattaki tek amacım biraz olsun sana benzeyebilmekti. Bilemezdim... içinde aslında ne kadar yaralı bir ruh sakladığını bilemezdim. Kimse...