Ne hissetmeliydi bilmiyordu, aslında hiçbir şey hissetmek istemiyordu. Sadece diledi; kalbine saplanan bıçağın somut olmasını diledi, eliyle söküp çıkarmak istedi, ondan kurtulmak için her şeyi yapmaya hazırdı çünkü canını çok acıtıyordu. Barmen boşalan bardağını alıp yerine yenisini koyarken kızarmış gözlerini etrafta gezdirdi; insan siluetlerini görüyordu ama sadece bundan ibaretlerdi, sesleri vardı ama bir anlam ifade etmiyordu. Çok gürültülüydü; yanındaki kişinin kahkahası... bir diğerinin hıçkırıkları... birbirine çarpan bardaklar... her şey... her şey kocaman bir karmaşadan başka bir şey değildi ve şu an o karmaşada kaybolmuş gibiydi, yolunu bulmak istiyor ama yanlış yola sapmaktan ölümüne korkuyordu.Aşk. Bir zamanlar damarlarında delicesine gezinen duyguyu adlandırmak isteseydi kesinlikle "aşk" derdi. Hala aynı hissediyor muydu? Bunu soracak olursanız verecek cevabı yoktu. İçinde kıpır kıpır eden kelebekler çoktan kaybolmuş, beraberinde gözlerindeki ışıltıyı da götürmüştü ama aşk sadece bunlardan mı ibaretti? Eğer öyleyse şu an kalbinin üstündeki taşın ağırlığını hangi kelime ile tanımlamalıydı? Peki ya kelebekler? Kelebekler gerçekten var mıydı? Altı yıl, gülün eline kalbini veren Xiao Zhan'ın dikenlerin acısına alışmasıyla sonlanan altı yıl... Gül her zaman batırmıyordu dikenlerini ama böyle yaptığında kırmızı rengini nasıl kazanacaktı? O yüzden her batırışında daha derine saplanıyordu dikenler; her seferinde daha çok acı verici, daha çok yaralayıcı.
Üniversitede tanışmıştı sevgilisiyle. Onunla geçirdiği her an bir peri masalının içindeymiş gibi hissettirmişti. Bar taburesindeki oturuşunu dikleştirirken "artık uyumalıyım" diye geçirdi içinden. Küçükken annesi ona en sevdiği masal kitabını okurken kitabın sonuna gelmeden uyuyakalırdı. Mutlu ya da mutsuz her masalın sonu vardı ve Xiao Zhan sonları sevmezdi. Bu yüzden annesi son sayfaya gelmeden gözlerini kapatır, çok geçmeden huzurlu bir uykuya dalardı. Şimdi yüzünü avuçlarının arasına almış, gözlerini sıkıca yummuştu ama ne kadar zorlarsa zorlasın bu sefer işe yaramamıştı. Aklına dolan düşünceyle sol gözünden bir damla yaşın süzülmesine izin verdi, sona gelmişti.
Yine de onların sonu bu muydu? Emin değildi. İlla bir sonları olacaksaydı iki yıl önceki sıradan, huzurlu bir cumartesi günü olamaz mıydı? Zaten bir sona mahkumlardı, yetmezmiş gibi mutlu bir sonu onlara çok görmüşlerdi. Kırgındı Xiao Zhan. Sevgilisinin geçmişteki haline, şimdiki haline, en çok da gelecekti haline kırgındı. Geleceğinde olmadığı için kırgındı, kızgındı, bağırmak istiyordu, haykırmak istiyordu ama gücü yoktu; gerçekten çok yorulmuştu. Kendinde zar zor bulduğu güçle sevgilisinin adını sayıkladı: "Dylan."
Dylan. Altı yılının neredeyse her anını dolduran kişi.. İlişkilerinde ilk pürüz ne zaman ortaya çıkmıştı hatırlayamıyordu, belki de hep vardı ama elbet bir yerden patlak vermesi gerekiyordu, sahi neredendi? Derin bir nefesi içine çekti ve kalbinin onu geçmişe götürmesine izin verdi.
Mezun olduktan sonra birlikte eve çıkmışlardı. Akşam oluncaya kadar Xiao Zhan vaktini atölyesinde, Dylan ise stüdyoda geçiriyordu. Akşam olduğunda eve erken gelen diğerini kapıda karşılıyor, uyuyana kadar sadece otursalar bile birlikte vakit geçiriyorlardı ve bu yeterliydi. Her sabah olmasa da çoğunlukla -özellikle seviştikleri gecelerin sabahlarında- beraber kahvaltı yapıp evden öyle çıkıyorlardı. Tam olarak ne zaman Dylan stüdyosunda sabahlamaya başlamış ve eve sadece duş almak için uğrar hale gelmişti? Peki ya kendisi ne zaman eve giderken bilmediği sokaklardan geçerek yolunu uzatmaya başlamıştı? Xiao Zhan bunu da hatırlayamıyordu. Tükenmişlerdi, ikisi de birbirini tüketmişti.
Sadece sevgilisini suçlayıp ondan her şeyiyle nefret etmek isterdi. İçindeki yangın sönene kadar bağırıp çağırmak, küfürler savurup lanetler okumak isterdi ama yapamazdı. Dylan'ın kendisine bile tahammülü kalmamıştı ve Xiao Zhan ona iyi gelemediğini çok iyi biliyordu ama çabalamaktan vazgeçmemişti. Onu bırakmayı istemiyordu, özellikle bu haldeyken. "Elbet bir gün" diye düşünmüştü "Bir gün eskiye döneriz." ama bu boş bir umuttu, kendini kandırdığını tam şu an fark etmiş olmasıysa gülünç geliyordu.
Alkol toleransı düşüktü ama sarhoş olursa ne yapacağını, yarın ne olacağını düşünecek hali yoktu. Hipnoz edilmiş gibi elindeki bardağı izledi bir süre ve sonra hiç düşünmeden kafasına dikti. Barmen dolu bir bardağı daha önüne koyduğunda kendinden geçmeye başladığını hissediyordu, normalde şimdiye adını bile unutmuş olması gerekiyordu ama bugün her şey gibi bedeni de onunla zıttı. Önündeki viskiyi dudaklarına götürmek için yeltendiğinde bardağının elinden alınmasıyla sulu gözlerini yanında dikilen bedene çevirdi. Onunla karşılaşmayı bekliyordu ama kesinlikle şu an olmasını istemezdi.
"Ne? Neden öyle bakıyorsun? Boynuma atlamak istiyorsan çekinmene gerek yok."
Elindeki içki bardağını masaya bırakıp kollarını açarak konuşan bu kişi, onun karmakarışık duygularını daha da karıştırmıştı. Bir süre bomboş gözlerle ona bakan Xiao Zhan'ın gün içinde zar zor bastırdığı ya da birkaç damla gözyaşıyla tatmin etmeye çalıştığı bağırarak ağlama isteğini yeniden gün yüzüne çıkarmıştı. Tanıdık biri olduğu için, onu özlediği için ya da sadece artık içinde tutamadığı için hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Çok geçmeden belinde ve boynunda hissettiği kolların sıcaklığına kendini bıraktı.
Şu an saçlarını okşayan parmakların sahibiyle de üniversiteden tanışıyorlardı. Çok yakınlardı, o zamanlar en yakın arkadaşıydı. Sonradan onlara Dylan ve Haikuan'ın katılmasıyla dört kişilik bir aile olmuşlardı, en azından Xiao Zhan öyle sanmıştı çünkü bir gün bu arkadaşlık bitivermiş, yerini derin bir nefrete bırakmıştı. Bu nefretin nedenini hiçbir zaman anlayamamıştı ve ailesini bir anda kaybetmek istemiyordu ama attığı bütün adımlar ters tepmişti. Şimdi düşününce yolunu kaybetmeye tam olarak o zamanlar başlamıştı. 22 yaşındaydı ve doğru yolu aramak için fazla üşengeçti. Şu an 28 yaşında ve doğru yol oturduğu taburenin önünde eğilmiş, kollarını ona sarmıştı ancak Xiao Zhan adım atmak için fazla güçsüzdü. Doğru yolun bu olduğunu nereden bildiğini soracak olursanız, kendisi de bilmiyordu. Sadece doğru hissettiriyordu ve bu his şimdi bütün bedenine yayılmıştı. Her ne kadar aylarca karşısındaki adamın saf nefret dolu bakışlarına maruz kalmış olsa da ondan hiçbir zaman nefret etmemişti, Wang Yibo'dan hiçbir zaman nefret edememişti. Zaten çok geçmeden ürkütücü bakışların kendisine değil, sevgilisine yöneltildiğini anlamış ve her şeyi akışına bırakmıştı.
"Yeniden arkadaş olalım." Başını Yibo'nun omzuna gömdükten sonra boğuk çıkan sesiyle konuşmuştu Xiao Zhan.
"Arkadaşın olmaya gelmedim."
Bu kadardı. İstemese de başını geniş omuzlardan çekmiş, Yibo'nun bedenini kendinden uzaklaştırmıştı. "Belki de nefretinin tek odağı Dylan değildir" diye düşünüp iç çekti.
Yibo geri çekilen bedenle boşluğa düşse de bozuntuya vermeden ayağa kalktı ve Xiao Zhan'ın yanındaki tabureye oturdu.
Herkese selam!! Umarım medyadaki şarkıyla okumuşsunuzdur çünkü yazarken sürekli onu dinledim, o yüzden diğer bölümün şarkısı da aynı. Sevgiyle kalın!!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
chance with you // yizhan
Fanfiction"Bir insan hayatında üç kez aşık oluyormuş; ilki gençlik aşkıymış ve saçma bir nedenden bitiyormuş. İkincisi en toksik olanı ve bitirmesi en zor olanıymış. Üçüncüsü ise gerçek bir aşkmış, her anlamda tam bir beraberlikmiş. Bildiğim kadarıyla senin s...