Mutluydun, Zhan-ge

434 57 11
                                    

Dünya'nın Güneş'i arkasında bırakmaya karar vermesinin üstünden üç gün geçmişti ama ne yazık ki hala onun etrafında pervane olmaya devam ediyor, kendini ne kadar tüketebilecekse o kadar tüketiyordu. Xiao Zhan bu üç günde gerçekten çok çabalamıştı ama çabaladıkça daha çok dibe battığını hissediyordu.

Yağmur damlalarının pencereye ahenkle çarpıp bu iki kırık kalbin sesine eşlik ettiği günde, yemek yedikten sonra salondaki siyah kanepeye uzanıp film izlemeye başlamışlardı. Daha önce defalarca izlediklerinden midir bilinmez bu aralar uyanık göremediğimiz Xiao Zhan yine kendini rüyalara teslim etmişti. Uykunun yırtık kalbini dikebileceğine dair umudu onu gözlerini kapatmaya daha çok teşvik ediyordu. Yibo ayaklanıp iki büklüm uyuyan bedenin üzerini örttü, ardından sıcak bir duş için - şu an en çok ihtiyacı olan ikinci şeydi - banyoya yöneldi.

Yaklaşık yarım saatin sonunda gece mavisi geceliklerini üstüne geçirip yeniden salona adımlamıştı Yibo. Mışıl mışıl uyurken bıraktığı genç adam şimdi kabus görüyor olmalıydı ki net olmayan cümleler sayıklıyor, soğuk terler akıtıyordu. Ürkütmemek için yavaşça yanına yaklaşıp onu uyandırmaya çalışmıştı. Uyanıkken mutsuz olan birinin rüyalarında bile mutluluğu bulamaması ne büyük adaletsizlikti.

"Zhan-ge" sesini yumuşak tutmaya özen göstererek seslenmişti. "Uyan." Karşısındaki bedenin sol gözünden akan bir damla yaşı usulca sildikten sonra seslenmeye devam etti.

"Dylan... gitti." Islanmış yanaklarını elinin tersiyle silmeye çalışan Xiao Zhan doğrularak konuşmaya devam etti. "Kaç tane rüya gördüm bilmiyorum... hepsinde... hepsinde mutluyduk ama sonra ... gidiyordu Yibo, parmaklarına kenetlenmiş parmaklarım yalnız kaldıklarında... gitmesine engel olmak için bile hareket ettiremiyordum... Çok... üşümüşlerdi." Sessiz hıçkırıkların arasında cümlesini bitirmişti genç adam.

Wang Yibo şu an onu teselli etmeyecekti çünkü ne kadar denerse denesin işe yaramayacağını biliyordu, bizzat deneyimlemişti. Yapabileceği en iyi şey kendi eline göre küçük olan eli avucunun içine almak ve üşümüş parmaklara sıcaklığıyla yeniden hayat vermekti. Bu yeterli mi emin olamadığında diğer elini Zhan'ın saçlarına götürmüş, yorgun bedenini kendi bedenine bastırmıştı.

"Sana su getireyim." Sarıldığı bedenin hıçkırık sesleri ve omzuna düşen gözyaşları kaybolduğunda Yibo, saçlarındaki elini çekmiş ve ayaklanmıştı. Diğer eli hala minik eli avuçlarken parmaklarını yavaşça çekmişti. Arkasına döneceği sırada baş parmağına sıkıca sarılan parmaklarla bedenini durdurdu.

"Hemen geleceğim ge"

Karşısındaki beden parmağını serbest bırakıp başıyla onayladıktan sonra mutfağa yöneldi.

                                 ***

Gecenin ilerleyen saatlerinde ikili Yibo'nun tavanı pencereli, gösterişsiz ama şık odasına gitmiş, geniş yatağa uzanmışlardı. Sıcak çikolatalarını yudumlarken kolları istemsizce birbirine sürtünen iki beden gözlerini yukarıya dikmiş yıldızları seyrediyordu. İrisleri buğulanmış Zhan, çok özlediği günler hafızasına doluverince evrene buruk bir tebessüm hediye ettikten sonra odadaki sessizliği bozdu:

"En parlak yıldız." Parmağıyla diğerlerinin yanında göze en çok çarpan, bir o kadar da yalnız görünen yıldızı işaret etti. "Baksana! Şuradaki sen misin Yibo?"

Üniversitedeyken kaldıkları yurdun çatısına çıkıp aynı bu şekilde gökyüzünü izledikleri günden beri Xiao Zhan, Wang Yibo'ya her fırsatta böyle seslenmiş; Yibo'ysa her fırsatta hoşuna gitmiyormuş gibi davranmak zorunda kalmıştı çünkü eğer böyle yapmasaydı verebileceği en olası tepki onu sabaha kadar öpmek olurdu.

chance with you // yizhan Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin