Fenonim'in işlediği bu ürpertici cinayetlere devletin tepkisi çok net oldu: Barikatlara askeri tankları sıraladı. Sanki dün mutfakta yemek yapan annelerimizle, eşlerimizle değil de ülkemizi işgale gelmiş yabancılarla savaşır gibi ordu yığılmıştı karşılarına. Ben haberleri ya da Fenonim'in yayınlarını izlemeyi bıraktığımdan bunları annemden duyuyordum.
Olayların o noktasında sokaktaki kadınlardan ve Fenonim'den o kadar korkuyordum ki; devletin bir şekilde bu işe son verecek olması beni çok sevindirmişti. Nerdeyse bir haftadır derin bir nefes alıp rahatlamak için fırsat kolluyordum. Ve bir türlü gelmiyordu. Belki bu sefer olur, bu sefer bütün bu şiddet ve kaos biter diye barikattaki tanklara heyecanlandım. İnternetten baktığım fotoğraflar -silahsız kadınların karşısında koca tanklar- bana kesinlikle güven ve haz verdi.
Sağlıklı bir insan böyle hissetmezdi tabii. Şimdi bunu görebiliyorum.
Yine de içimde bir yerlerde, beni rahatsız eden bir şey vardı.
Belki de o tankların oraya çıkmasının daha fazla kan dökülmesi anlamına geldiğini biliyordum. Onlar şiddet araçlarıydı. Onlar şiddetti. Devletin şiddeti... Aslında beni rahatlatanın da beni huzursuz edenin de aynı şey olduğunu biliyorum. Olay devletin yumruğunu masaya vurmasıydı.
Keşke daha iyi bir yol olsaydı. Keşke ilk şiddete başvurmak yerine biraz daha düşünselerdi. Daha temkinli, daha ihtiyatlı, daha barışçıl olsalardı. O zaman belki...Belki işler bu noktaya gelmezdi. Belki şiddet katlanarak artmazdı. Belki...
Ama şu an belkilerin, pişmanlıkların, sitemlerin bir anlamı yok. Dünya da ben de olduğumuz noktaya bir şekilde geldik. Eylem bir şekilde başladı, büyüdü. Devlet bir şekilde karşı çıktı, mücadele etti. Ve ortaya bu çıktı.
Kadınlar... Kadınlar çok fazla direndiler... Devlet askerleri barikata dizdiğinde hemen saldırmadı. Önce bir yayınla uyardı. Ültimatom verdi. Dedi ki: Eğer bir gün içinde teslim olmazsanız, içeri gireceğiz ve herkesi biz toplayacağız. Silahlı ve karşı koyan olursa şiddet kullanmaktan çekinmeyeceğiz.
Özetlemek gerekirse: Çıkın yoksa sizi öldürürüm.
Ve bütün ülke sessizliğe gömüldü. Herkes, en apolitiğinden en duyarsızına, herkes barikatlardaki kadınların dışarıya çıkmasını izlemek için bekledi. Sonraki gün kahvaltıda annem hala sonuçlanmadığını söyledi. Dün akşamdan beri de barikattan hiç ses çıkmamıştı. O gün televizyondan olayları takip etmek için izin istedim. Artık bu işin sonuna geldiğimizi hissediyordum. Hiçbir şey değişmemiş bir şekilde yaşamıma devam etmek için sabırsızlanıyordum. Bütün dünyaya kalacak tek şey travmalar ve şiddet fotoğrafları olacaktı. Binlerce yıldır olduğu gibi...
Bütün gün zaman bir türlü akmadı. Her saniye tetikteydim. Kulaklarını dikmiş bir köpek gibi bir pencereye bir televizyona bakıp bir şeyler arıyordum. Akşam oldu. Devlet yayınını yapalı yirmi üç saat olmuştu. Son bir saatin içindeydik. Salonun penceresinden baktığımda barikatı ve önündeki üç tankı görebiliyordum. Yaklaşık yüz tane asker barikatın önüne mekanik hareketlerle dizilmeye başladı. Hepsi burdan bile yeterince korkunç gözüyordu. Öldürmek için tasarlanmış, yeşil robotlar.
Son kırk dakika... Yirmi dört saat dolduğunda ordu gerçekten saldıracak mı?
Son yarım saat... Kadınlar sanırım devletin blöf yaptığını düşündü.
Yirmi dakika... Neden hala bir şey yok?
On dakika... Dalga mı geçiyor bu kadınlar? İlla kan mı istiyorlar. Verilen şansı değerlendirip geri adım atmalılardı.
Yedi dakika... Daha fazla bekleyemiyorum böyle. Bakmak istemiyorum. Silah seslerini duymak istemiyorum. Daha fazla şiddet istemiyorum.
Altı dakika... İstemiyorum.
Üç... Orda annemin arkadaşları ve akrabalarımız var... Ama belki hiçbir şey olmaz. Sadece içeri girip alıp çıkarlar. İlla kurşun sıkılacak diye bir kural yok. Dimi?
İki... Annem de orda olabilirdi. Onu da düşünmeden öldürürler miydi?
Bir... Bakamayacağım. Bakmayacağım. Beni ilgilendirmez. O kadınlar bunu kendileri seçti. Bu cümleler zihnimden geçerken gözlerim tamamen dolmuştu. Askerlerin hazır ola geçtiğini gördüm. Başlayacaktı.
Başlayacaktı ki... Bum.
Televizyon patlıyormuşçasına açıldı. Bangır bangır bağıran ses bütün evlerden, bütün sokaklardan yankılanıp şehri doldurdu. O sırada askerler de şaşırmış gibilerdi. O robotluklarını kaybedip ne olduğunu anlamak için sağa sola bakındılar. Ben korkup sıçramış sonra da koltuğa çökmüştüm.
Televizyonumuzun ekranında mor bir bayrak dalgalanıyordu ve arkadan da bir müzik çalıyordu. Gitar sesinin baskın olduğu bir melodiydi. Masalsı ama güçlüydü. Latin müziklerine benziyordu. Ve ekranda, bayrağın önünde yavaşça, süzülerek o şeytan belirdi.
Müziğe eşlik ediyor gibi sallanıyordu. Pis sırıtışı bütün ekrandaydı. Bugün ayrı bir keyifli olduğu belliydi. Çığlığımsı, kulakları kanatan, uzun bir kahkaha atarak konuşmaya başladı:
"SELAMLARRRR!
Biz Fenonim. Bizi özlediniz mi?
Hükümetin mesajını aldık. Bize özenip video yayınlamışlar. Ayak uydurmaları ne tatlı. Ama kapımıza koydukları silahlar hoşumuza gitmedi. Günlerdir yorulduğumuz uykusuz kaldığımız, dayak yediğimiz irademizi ve gücümüzü kanıtlamaya yetmemiş anlaşılan. Devlet hala anlamamış. Biz bundan sonra korkmayız.
Biz binlerce yıldır korkuyla yaşamayı, ona rağmen var olmayı ve onu yenmeyi öğrendik. Bizim için korkacak hiçbir şey kalmadı. Siz bizim elimizden her şeyi, ama en önemlisi özgürlüğümüzü aldınız. Bundan sonra iki kere düşünün.
Bu dünyada erkek kanı kadın kanından değerli. Biz kadınlar intikam için birkaç cani erkek öldürünce suç oldu. Onlar insan biz katil, terörist olduk.
Devlete bir çift lafımız var.
Devlet bizi tehdit edecek bir konumda değildir.
Devlet belli bir grubun tekelinde ve onu korumak için yoktur. O halkın yarattığı soyut bir kavramdır. Halk ona inanmayı bıraktığı anda varlığı ve gücü son bulur. Bu noktada uyguladığı şiddetin meşruluğu kalmaz. Devletin bugün burda kendini var eden güce, halka saldırmaya kalkışması devletin kendine bir saldırıdır. Çünkü devlet halktır. Ne kadar engellemeye çalışsanız da devlet biziz! Ve biz sizleri suçlu bulduk. Siz, kendini lider ilan eden bir grup bağnaz erkek, sizleri hükümet veya devlet olarak tanımıyoruz. Sokaktaki yüz binlerce kişiyi tehdit etmekten sizi suçlu buluyoruz.
- Bu noktada o kadar hızlı konuşmaya başlamıştı ki dediği şeyleri anlayamıyordum. -
Ve BİZ size bir gün zaman veriyoruz. Eğer ordunuzu geri çekmezseniz sokaklardaki cinsiyetçi erkek sayısını hızla azaltmaya devam edeceğiz. Öldürülen her erkek sizin elinizden olacak. Ve istemeseniz de dolaylı olarak bu dünyaya biraz faydanız dokunmuş olacak. Ne kadar az erkek o kadar temiz bir dünya.
Sabretme, affetme, unutma, idare etme.
Zaman şimdi.
Özgür ol.
Bize katıl!"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İsyan
ActionFeminist Distopya. "Erkeklerin sokakta tek başına yürüyemediği zamanlardı." Günümüzden çok da farklı olmayan bir düzende kadınlar sabırlarının sonuna gelince düzeni alt üst etmeye karar verirler. Kadınların öfkeleriyle oluşan yeni sistemde erkekl...