IV

46 5 0
                                    

    Tuhaf, diye düşündü, sahanlıkta durup, o elmas biçimini, o biricik kişiyi oluştururken, bir ev sahibesinin evinin huyunu suyunu, doğru ânını bilmesi ne tuhaf! Merdiven boşluğundan yukarı döne döne hafif sesler yükseliyordu; bir paspasın hışırtısı; küçük darbeler; tıkırtılar; sokak kapısı açıldığında artan gürültü; bodrum katında bir haberi yineleyen bir ses; bir tepsideki gümüşlerin şıkırtısı; davette kullanılacak temiz gümüşler. Her şey davet içindi.

    (Tepsisini önünde tutarak salona giren Lucy devasa şamdanları şöminenin üzerine koydu, ortaya da küçük gümüş kutuyu; kristal yunus balığını saate doğru döndürdü. Geleceklerdi; ayakta duracaklardı; kendisinin taklit edebildiği çıtkırıldım seslerle konuşacaklardı, hanımefendiler ve beyefendiler. Hepsinin içinde en güzeli kendi hanımıydı – gümüşlerin, keten sofra örtülerinin, porselenlerin hanımı, çünkü güneş, gümüşler, menteşelerinden sökülmüş kapılar, Rumpelmayer'in adamları Lucy'ye, kâğıt açacağını kakmalı masaya koyarken, bir şeyin başarıldığı duygusunu veriyordu. Bakın, bakın! diyordu Lucy, fırındaki eski arkadaşlarıyla konuşurken, ilk çalıştığı yer orasıydı, Caterham'di, ve aynaya bir göz attı. Kendisi Lady Angela'ydı, Prenses Mary ile ilgileniyordu, o sırada Mrs. Dalloway girdi içeri.)

    "A, Lucy," dedi, "gümüşler çok güzel görünüyor!"

    "Ha bir de," dedi kristal yunus balığını çevirip düzeltirken, "dün geceki oyun hoşunuza gitti mi?" "Ah, oyun bitmeden gitmeleri gerekti!" dedi Lucy. "Saat onda dönmüş olmalıymışlar!" dedi. 

    "Bu yüzden neler olduğunu bilmiyorlar," dedi. "Şanssızlık bu," dedi Clarissa, (çünkü kendi hizmetkârları, eğer izin isterlerse daha geç saate kalabilirlerdi). "Yazık olmuş bana kalırsa," dedi, kanepenin ortasında duran eski, eprimiş yastığı alıp Lucy'nin eline tutuştururken; kızı hafifçe itip 

    "Al götür şunu!" diye bağırdı. "Mrs. Walker'a ver, benden de selam söyle. Haydi götür şunu!" diye bağırdı.

    Lucy salonun eşiğinde elinde yastıkla durdu ve çekinerek, biraz da kızararak, o elbisenin tamirine yardımcı olup olamayacağını sordu.

    Ama, dedi Mrs. Dalloway, Lucy'nin zaten yapacak çok işi vardı, epeyce işi vardı, buna sıra gelmezdi ki.

    "Ama teşekkür ederim Lucy, çok teşekkür ederim," dedi Mrs. Dalloway ve teşekkürler, teşekkürler diye devam etti, (kanepeye oturdu kucağında elbisesi, makası, ibrişimleriyle), teşekkürler, teşekkürler, demeye devam etti, hizmetkârlarına minnet duyarak söylerdi bunu genellikle, böyle biri olmasına yardımcı olduklarından dolayı, tam istediği gibi, nazik, gönlü bol biri olması için. Hizmetkârları severlerdi onu. Şimdi de sıra elbisedeydi, neredeydi bu yırtık. İğneye de iplik geçirmek gerekiyordu. Sevdiği bir elbiseydi bu, Sally Parker'inkilerden biriydi, hemen hemen onun elinden çıkan son elbiseydi, çok yazık, çünkü Sally artık emekli olmuştu, Ealing'de yaşıyordu, ve bir fırsatını bulduğumda, diye düşündü Clarissa (ama böyle bir fırsatı hiç bulamayacaktı) Ealing'e onu görmeye giderim. Çünkü müthiş biri o, diye düşündü Clarissa, gerçek bir sanatçı. Ufak tefek garipliklerini düşündü, ama elbiseleri asla acayip değildi. 

Hatfield'de giyebilirdiniz onları; Buckingham Sarayı'nda. Clarissa Hatfield'de de giymişti onları; Buckingham Sarayı'nda da.

    Bir sessizlik çöktü üstüne, bir sakinlik, bir huzur, iğnesiyle ipeği usulca düzelttikten sonra yeşil kırmaları bir araya toplayıp elbisenin beline hafifçe tuttururken. Bir yaz günü dalgalar da böyle toplanır, denge tutturamayıp dağılırlar. Toplanıp dağılırlar; ve bütün dünya, gitgide hareketsizleşerek, "hepsi bu" der sanki, sahilde güneşin altında yatan bedendeki yürek bile sonunda böyle der, "Hepsi bu" der. Artık korkma, der yürek. Artık korkma, der yürek, yükünü bütün kederler için içini çeken bir denize boşaltarak ve sonra yenilenir, başlar, toplar, bırakır. Ve oradan geçen arıya sadece beden kulak verir; çatlayan dalgaya; havlayan, uzaklarda havlayıp duran köpeklere.

Mrs. DallowayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin