II

103 10 1
                                    

  Mrs. Dalloway'i yerinden sıçratan, Miss Pym'in de cama gitmesine ve özür dilemesine neden olan şiddetli patlama, Mulberry Çiçekçisi'nin vitrininin tam karşısındaki kaldırıma yanaşan bir otomobilden gelmişti. Yoldan geçenler elbette durup baktılar ve külrengi döşemenin fonunda çok önemli bir yüzü görmeye ancak zaman buldular, sonra bir erkek eli storu çekti ve güvercin grisi bir kareden başka görecek bir şey kalmadı.

    Ancak bir yanda Bond Sokağı'nın ortasından Oxford Sokağı'na, öbür yanda Atkinson Parfümerisi'ne kadar hemen söylentiler dolaşmaya başladı, görünmeden, duyulmadan geçerek, tepelere tül gibi inen bir bulut gibi hızla, bir saniye önce altüst durumda olan yüzlerin üzerine gerçekten de bir bulut kadar yumuşak ve sakince indi. Ama artık gizemin kanatları sürtünmüştü o yüzlere; otoritenin sesini duymuşlardı; gözleri sımsıkı bağlı, ağzı ardına kadar açık inancın ruhu salıverilmişti ortalığa. Ama görülen yüzün kime ait olduğunu bilen yoktu. Galler Prensi miydi, Kraliçe mi, Başbakan mı? Kimin yüzüydü o? Bilen yoktu.

    Kolunun altına kurşun boruları kıstırmış olan Edgar J. Watkiss duyulur bir sesle, ama elbette şaka olsun diye, "Başbakan'ın arabası bu," dedi.

    Oradan bir türlü uzaklaşamayan Septimus Warren Smith onu duydu.

    Otuz yaşlarında, soluk benizli, gaga burunlu, kahverengi ayakkabı ve eski püskü bir pardösü giyen, ela gözlerindeki tedirgin bakış onu hiç tanımayanları bile tedirginleştiren Septimus Warren Smith. Dünya kırbacını kaldırmıştı; nereye inecekti acaba?

    Her şey olduğu yerde durmuştu. Araba motorlarının gürültüsü, bir bedende düzensizce atan nabız gibi geliyordu kulaklara. Otomobil Mulberry'nin vitrininin önünde park ettiği için güneş olağanüstü ısıtıyordu; otobüslerin tepesinde oturan yaşlı hanımlar siyah şemsiyelerini açtılar; şurada bir yeşil, burada kırmızı bir şemsiye küçük bir pat sesiyle açıldı. Kolları ıtırşahilerle dolu olan Mrs. Dalloway vitrine yaklaştı, dışarıya baktı, ufak pembe suratı meraktan kırışmıştı. Herkes otomobile baktı. Septimus baktı. Erkek çocuklar bisikletlerinden aşağı atladılar. Trafik sıkıştı. Otomobil orada duruyordu, üzerinde tuhaf bir motif olan storları inikti, ağaca benziyor, diye düşündü Septimus, sanki korkunç bir şey neredeyse yüzeye çıkmış da patlayıp alev alev yanacakmış gibi gözlerinin önünde her şeyin yavaş yavaş bir araya gelip tek noktada toplanması korkutuyordu onu. Bütün dünya titredi, ürperdi ve tutuşacak gibi oldu. Yolu tıkayan benim, diye düşündü Septimus. Ona bakmıyorlar mıydı, parmaklarıyla göstermiyorlar mıydı; durduğu yere vermemiş miydi ağırlığını, kaldırıma çakılmamış mıydı belli bir amaçla? Ama hangi amaçla?

    "Haydi gidelim Septimus," dedi karısı, solgun, sivri suratında iri gözleri olan küçük bir kadındı; İtalyandı.,

    Ama Lucrezia da elinde olmadan baktı otomobile ve storların üzerindeki ağaç motifine. Acaba içerideki Kraliçe miydi – alışverişe çıkan Kraliçe?

    Bir şeyleri açan, döndüren, kapatan sürücü sonunda arabaya bindi.

    "Haydi ama," dedi Lucrezia.

    Oysa kocası, dört-beş yıldır evliydiler, birden ürktü, yerinden sıçradı, "Tamam!" dedi öfkeyle, sanki yaptığı işi karısı engellemiş gibi.

    İnsanlar fark ediyorlardır; insanlar görüyorlardır. İnsanlar, diye düşündü Lucrezia, gözlerini otomobile dikmiş kalabalığa bakarken; çocukları ve atları ve kendisinin bir bakıma hayran olduğu giysileriyle İngilizler; ama onlara "insanlar" diyordu şimdi, çünkü Septimus "kendimi öldüreceğim" demişti; ne korkunç bir sözdü bu. Ya bir duyan olduysa? Kalabalığa baktı. "İmdat, imdat!" diye seslenmek geliyordu içinden kasap çıraklarına ve kadınlara. Yardım edin! Daha geçen sonbaharda Septimus'la birlikte aynı paltoya sarınarak Embankment'ta (1) durmuşlardı, Septimus konuşmayıp gazete okumuştu, Lucrezia gazeteyi onun elinden kapmış, ne yaptıklarını gören yaşlı adamın suratına gülmüştü! Ama insan başarısızlığını gizler. Septimus'u alıp bir parka götürmeliydi.

Mrs. DallowayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin