İşte Başlıyoruz...

995 11 1
                                    

İşte büyük gün…

Bütün yaz boyunca hayalini kurduğum şey tam karşımdaydı. Yeni üniversitem karşımda bana göz kırparken bir anda gerildim. Burada çok yeniydim. Kimseyi tanıdığım yoktu. Bunun benim için avantaj olması gerekirken ben yine de korkuyordum. Geçmişin beni engellemesine izin vermeden adımlarımı hızlandırıp rektörlüğün oraya gittim. Babamın benim için ayarladığı dersleri değiştirmek için belki de bir umudum vardır. Evet, derslerimi babam seçti. Buna izin vermemin tek nedeni ondan kurtulmaktı. İzin vermeseydim o da beni göndermezdi. Çok seçenek yoktu anlayacağınız. Babam hep işlerini ondan devralmamı ister. Bu bir soru değildir. Ona göre bu bir zorunluluktur. En büyük ve tek çocuğu ben olduğum için sahip olduğu her şey bana kalacaktı. İşlerini bana emanet edebilmesi içinde eğitimimle fazla ilgiliydi. Her neyse ders işini aleyhime çevirmenin bir yolu olmalıydı.

Rektörlükten çıkarken kendimi şimdiden yenilmiş hissediyordum. Ders seçimi için çok geç kalmışım, dersler başlayalı çok olmuş ve birçok dersi telafi etmem gerekecek. Bunlar için azarlanmak biraz garipti tabi. Kadın beni azarlayıp başından def edince bende fakülteme doğru yola çıktım. Fakülteyi ve sınıfı bulmam zor olmadı. Kampüs büyük olsa da her yerdeki tabelalar yönümü zaten gösteriyordu. Etrafta her çeşit insan vardı. Bu yüzden buraya gelmiştim zaten. Yargılanmayacağım, sakin ve huzurlu birkaç yıl için…

Sınıfın kapısından girerken yavaş ve havalı olmasını amaçlamıştım. İlk başta her şey hoştu. Sınıfa havalı girişimi yaptım diye düşünürken kendimi yerde buldum. Kaç insan kendi ayaklarına takılıp düşebilir ki? Kıkırdama sesleri devam ederken yerden toparlanıp kalktım ve saçlarımla yüzümü gizlemeye çalıştım. Sessizce en arkaya geçip otururken etraftan hala kıkırdamaları duyabiliyordum. Tam kafamı kaldırıp etrafa ‘Hey, ben kötü kızım. Çenenizi kapatın ve önünüze dönün’ bakışı atacaktım ki herkes sustu. Birkaç kişi kapıya doğru dönmüş öylece bakıyor, bazıları ise başlarını önüne eğip sözde bir uğraş bulmaya çalışıyordu. Bunun nedenini merak edip kapıya doğru baktım ve işte oradaydı.

Şehvet denince akla ilk gelecek yüzü sonunda bulmuştum. Öyle bir şeyi aradığımdan değil. Sadece ona bakışı bile insanı istekle doldurup taşırırdı. Kapıda durup insanları süzmeye başladı. Herkes başka taraflara bakarken ben ona bakakalmıştım. Gözleri beni bulduğunda ağzım açık ona baktığımın farkında bile değildim. Bana baktı, güldü ve “En azından birileri cesurmuş.” Diyip yanıma doğru yaklaşmaya başladı. Bende onu gözlerimle takip ettim. Kahretsin, tam bir sapık gibi davranıyordum ve o bana haddimi bildirmeye gelmişti bile. Ben daha bir şey diyemeden o yanıma oturdu ve önüne döndü.

Ancak o zaman kendime gelebildim işte. Yüzündeki morluklar, çizikler ancak o zaman aklıma ‘neden’ sorusunu getirdi. Bu mükemmel yüze kim bunu yapardı ki? Bana tekrar dönüp bakınca hemen önüme dönüp kalemlerimle uğraşmaya başladım. Bu hareketim bana tatlı bir kıkırtı kazandırdı. Hocanın gelişiyle tuttuğum nefesi sesli bir şekilde verince bu sefer o tapılası kahkahasını duydum. Dönüp ona baktığımda ise bana sadece “Dersi dinlemelisin.” Diyip önüne döndü. Dediğini yapıp tüm ders hocayı dinlemeye çalıştım ama asıl dikkatim yanımda oturan çocuktaydı.

Sınıftakiler garip garip bakmadı ve buna göre bu tarz davranışlara alışkındılar. Dersin geri kalanı boyunca diken üstündeydim. O yanımdan kalkıp gidene kadar hocanın dersi bitirdiğini fark etmemiştim bile. Üniversitede geçirdiğim 3 yıl boyunca hiç onun kadar tapılası bir varlık görmemiştim. Umarım bir daha da görmezdim. Çünkü ben –hocanın her sözünü not alan ben- dersin hiçbir kısmını hatırlamıyordum. En azından hoca önemsemedi bu halimi. Diğer dersime yetişmek için hemen toparlanıp çıkmam gerekiyordu. Sınıfa girince ilk fark ettiğim şey ne kadar kalabalık olduğuydu. Uluslararası Finans dersinin büyük ilgi duyulması beni şaşırtmıştı. Eski okulumda bu dersi geçmek için havada uçuşan paraları düşününce belki de hoca çok zorlu diye düşündüm. Bu sefer arkalardaki boş yerden birine geçip yavaşça oturdum. Düşmeden oturabildiğim için ders çıkışı kendime bir kahve ısmarlamalıydım.

  Ben bunları düşünürken yanıma oturan kız bana selam verdi. Çekinerek bende karşılık verdim. Oturup bana döndü ve “Bu dersi ilk alışın değil mi?” dedi. Bunu nasıl tahmin ettiğini anlayamadığım için cevap vermeden öylece baktım. “ Bay Redfield bu okula geldiğinden beri –diğer pek çok kız gibi- hiçbir dersini kaçırmadım. Bu arada ben Kate.” Dedi. Kendimi toparlayıp “ Bende Summer. Tanıştığıma memnun oldum.” Dedim alışkanlıkla. Söylediklerime sadece güldü.

“Hoca çok disiplinli sanırım.” Diye yorumda bulundum. Bana doğru dönüp şaşkın bir ifadeyle “ Oda nerden çıktı? Bay Redfield çok tatlı biridir.” Dedi.

Korumacı tavrına karşı geri adım atıp “Affedersin, sınıf bu kadar kalabalık olunca…” deyip sustum. Kocaman bir kahkaha atıp “Sen burada gerçekten de yenisin değil mi?” dedi. Kaçırdığım bir şey olduğunu anlayıp kızardım ve “Evet, okula bu dönem geldim.” Dedim.

 Bu utangaç tavrım onu gülümsetti. Tam ağzını açmış bana bir şey söyleyecekken gözü kapının olduğu tarafa takılı kaldı ve “İşte, Bay Redfield geldi.” Dedi. Kafamı çevirip adama bakmamla şok oldum. 30lu yaşlarında bu karizmatik adamın hocam olduğunu hatırlamak çok zordu. Seksi bir gülüş ve havalı hareketlerle kürsüye yürüdü.

Esmer ten, mavi göz ve boş zamanlarını spor salonunda geçiren bir vücut. İşte şimdi sınıfın neden bu kadar kalabalık olduğunu anlamıştım. Ben onu süzmeye o sınıfı selamlayıp derse geçmişti.

Kate beni kalemiyle dürtüp “Peçete uzatmamı ister misin?” dedi.

Kızardığımı hissettim. Çaktırmadan ağzımın suyu akmış mı diye kontrol etmeye çalışırken Kate kıkırdayıp  “Sadece şakaydı. Rahatla.” Dedi. O an daha çok kızardığıma emindim. Dersin geri kalanında ara ara Kate’le sohbet etmeye devam ettik. Bana hocanın bütün bu ilgiyi nasıl görmezden geldiğinden bahsetti. Evet, bu karizmatik bey, hiçbir üniversiteli kızın ilgisini takmamış. Genelde üniversite hocalarının genç kız ayartma arzusunun aksine bu adamın olgun kadınlardan hoşlandığına karar verdik. Ders bittiğinde ilk arkadaşımı kazanmıştım bile. Derslerimizin çoğunun aynı olduğunu öğrenince rahatladım. O da bu rahatlamamı görüce gülüp “Merak etme, ben sana her zaman arka çıkarım.” dedi.  Birbirimize telefon numaralarımızı verdik ve ayrıldık.

Bugünlük başka dersim olmadığı için kendimi bir kahveyle ödüllendirme kararı aldım. Kampüsün içindeki kafeye gidip sırada beklemeye başladım. Etrafa göz atınca sadece benim tek takılmadığımı görmüş oldum. Tabi onlar bu yalnız kalma işini gayet cool bir şekilde üstleniyorlarken ben kendimi ezik hissettim. Sıranın bana gelmesiyle siparişimi verdim ve beklemeye başladım.

 Aklımdan kısaca yapılacaklar listesi oluşturdum. Kahvemi alıp evime gitmeli ve eşyalarımı yerleştirmeliydim. Babamın bana cömertçe sunduğu bu teklife tabii balıklama atlamıştım. Yurtta kız kavgası yerine kendi şirin evimde kalmak daha mantıklıydı.

Ben tam bunları düşünürken üstümde hissettiğim bakışlar nedeniyle gözlerimi etrafta dolaştırmaya başladım. En köşeye bakınca onunla tekrar göz göze gelmiş oldum. Ona bakınca gülümsemesi iyice genişledi ve el salladı.

İÇ İÇEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin