"Ulan kızıl kahve kalkmadın mı sen hala? Sürükleyeceğim seni şimdi kalk hadi!"
Üzerimden çekilen battaniyeyle oflayarak gözlerimi araladım. "Ne var ya? Git sen nereye gidiyorsan."
Sarı saçlarını düzleştirmiş, siyah kot şortunun üzerine giydiği siyah sutyen tarzı büstiyerle kollarını göğsünde birleştirmiş bana bakan Sahra'ya dik dik baktım. "Ne?"
"Hani eskiye dönüyorduk? Hani eve kapatmıyorduk kendimizi?"
Kendimi yatağa geri atarken, "Yorgunum," diye mırıldandım. Bileğimden tutup beni çekerken, "Ben alırım senin yorgunluğunu," demesiyle kahkaha attım. "O nasıl olacakmış?"
Bileğimden tutmayı bırakıp uzun tırnağını bacağıma sürterek göz kırptı. "Gel göstereyim."
"Ay hoşt ulan," diyerek bacağımı çektim. "Defol git sevgili yap kendine. Erkeksizlikten bana dadandın iyice."
"Ya tamam işte," derken yatağa oturdu. "Bu akşam bulurum belki birini. Kaç aydır yalnızım be, Karşıyaka'nın gece hayatı durdu yokluğumda."
Alayla başımı salladım. "Aynen hadi git de geri döndür insanları hayata, bırak beni."
"Atlas da gelecek bu akşam. Canı sıkkındı bugün, onu da böyle sürükleyerek çıkardım odadan."
Hızla doğrulurken kaşlarımı çattım. "Ne oldu? Bir sıkıntı mı var, doktoru aradınız mı?" Peş peşe sıraladığım sorulara göz devirip, "Her zamanki hali," dedi sıkkın bir tonda. "Terapiye başlamasını istiyor babam, Atlas hazır değilim diyip duruyor. Neyden korkuyor anlamıyorum."
Yutkunurken ayaklarımı yataktan sarkıtarak omuz silktim. "Belki de böylesi daha iyi."
Göz devirdi. "Sürekli aklı karışık yaşamak mı iyi? Doktor zaman verin dedi ama üç ay yeterli bir süre. Artık çabalaması lazım. Hayır hepimiz hatırlamasından geçen yolun sende olduğunun farkındayız, sen niye inat ediyorsun anlamıyorum ki."
Bakışlarımı Sahra'dan kaçırıp karşımdaki makyaj aynasındaki yorgun yüzüme baktım. "Belki hiç hatırlamaz?" dedim umutla ve kırgınlıkla. "Benim için kötü ama onun için çok iyi bir şey bu."
"Bak," diyerek saçlarını sinirle arkaya doğru çekiştirdi. "Bak doktorunla konuştuk, unuttun mu? İyisin. Depresyonun iyiye gidiyor, ilaçları azalttınız. Bak lütfen, ben eskiye dönmek istemiyorum."
Dudaklarım titrerken derin bir nefes aldım. "Depresyon geçti diyince geçen bir şey değil, Sahra. Bu insanların bahsettiği gibi sevgilimden ayrıldım yorgan altında çikolata kaşıklayayım diyebileceğimiz bir şey de değil. Bu," derken nefesimin yetmediğini hissederek soluklandım. "Bunu anlatamıyorum. Ben dönmek istiyor muyum sanıyorsun?" Üzgün bakışlarından beni anladığını görüyordum ama rahatlayamıyordum.
"Ben istiyor muyum duşa bile giremeyeyim, yemek yiyemeyeyim, saçımı tarayamıyordum ben ya. Sence ben bunu istiyor muyum?"
"Olma diye çabalıyorum, lütfen bana yardımcı ol."
Başımı sallarken dilimi dudaklarımda gezdirdim. "Tamam. Daha iyiyim zaten bu ara," derken gülümsedim hafifçe. "Atlas'la yazışmak bile o kadar iyi geliyor ki." Benimle gülümsediğinde gülüşüm büyüdü. "Benim Atlas'ım olmamasına rağmen Atlas işte. Bildiğimiz Karşıyakalı."
Kahkaha atarken, "Hatırlıyor musun," dedi iç çekerek. "Göztepeli olduğumu söylediğimde benimle haftalarca konuşmadı."
O zamanı hatırlayıp gülerken, "DNA testi yaptırmıştı," deyip daha da büyük gülmüştüm. Sahra'yla yatağa düşerek gülmeye devam ediyorduk çünkü bunu gerçekten yaptırmıştı.
Ruh hastası Karşıyakalım benim.
"Hadi bak o da geliyor, hazırlan da çıkalım."
Yataktan kalkıp hızlı bir duşu ardından dolabımın karşısına döndüm. Heyecandan ellerim titriyordu. Uzun zaman sonra ilk defa görecektim onu. Muhtemelen onlar Batu'larla eğlenirken ben köşede onu izleyecektim, gözü bile dokunmayacaktı bana. Ama sorun değildi. O kadar özlemiştim ki.
İç çamaşırları giyip açık kot rengi önünde düğmeleri ve küçük bir kiraz motifi olan eteği alıp giydim. Üzerime de yarım, beyaz üzerinde kiraz desenleri olan uzun kollu ince bir hırka giydim. Saçlarımı tarayıp olduğu gibi bırakırken yüzümü toparlayacak kadar makyaj yaptım. Ayakkabılarımın olduğu dolaba ilerlediğimde gözüme beyaz, kısa kalın topuğu olan bilekten bağlamalı sandaletleri aldım.
Çantamı ve sandaletleri alıp odamdan çıktığımda Sahra'nın çoktan ayakkabılarını giyinmiş beni beklediğini gördüm. Evden çıkıp Sahra'nın arabasıyla Mavişehir sahiline geldik.
Arabadan inerken burnuma dolan kokuyla derin bir nefes aldım. Uzun zaman olmuştu bir zamanlar çıkmadığım bu yerlere gelmeyeli. Adımlarım her zamanki yerimize giderken Sahra koluma girmişti.
"Heyecana bak heyecana." Kıkırdadığımda, "Çok özlemişim böyle olmanı," diyip başını omzuma koydu. "Hep böyle olalım."
Cevap vermeyip tek sıra dizili büyük kayaların suyun gelmesini engellediği kum, taş dolu yere geldik. Bizden önce gelip taşınan sandalyeleri yerleştirip ortadaki masaya içecekleri dizen Batu ıslık çaldı. "Güzelliklere bak be!" Cipsleri açan Ali gözlüklerinin ardından bakıp, "Vay vay vay," diyerek işini bıraktıktan sonra kollarını açıp bana döndü. "Gel kırayım belini."
Gülüp sıkıca sarıldığımda, "Gerçekten Sahra'nın dediği kadar erimişsin," dedi kulağıma az önceki neşesinden eser kalmayan halde. Geri çekilmeme izin vermeyip daha da sarıldı. "Kararlı mısın?" Atlas'a anlatmamak konusunu soruyordu. Onayladım. "Evet."
Geri çekilip, "Öyle olsun," diyerek bana sandalyelerden birini gösterdi. "Buyurunuz o zaman. Rahat ettirelim sizi bu akşam."
"Ah, teşekkürler." Sandalyeye otururken ortamdaki kişi sayısı artmış, taşınan sandalyeler çoğalmış, kimileri sığmamış yerlere oturarak bira şişelerini teker teker sömürmeye başlamıştı.
Bir süre sonra burnuma gelen tanıdık kokuyla dudaklarıma dayadığım şişeden yudum alamazken, "Selam," diyerek Batu'yla selamlaşan Atlas'a baktım. Bana hiç bakmadan Ali'yle de selamlaşıp yanımdaki, çaprazındaki çocuklar flörtleşen Sahra'nın saçını bozarak benim oturduğum sırada birkaç kişi öteye oturdu.
Gözü bile değmemişti.
Bir zamanlar girdiği ortamda ilk bana değerdi gözleri. Herkesten önce şakaklarıma değen dudaklarını, boynuma sarılıp beni kendine çeken kolunu hissederdim.
"Bugün de çok güzelsin... Nesin sen İzmir'i güzelleştiren ay parçası mı?"
"Ya, güzel miyim gerçekten?" Ona sırnaşarak sorduğum soruyla dudaklarını sertçe yanağıma bastırdı. "Karşıyaka kadar güzelsin kızım, eşin benzerin yok." Göz devirip, "Bir iltifatında da Karşıyaka kullanma be Karşıyakalı," diyerek kendimi çekmeye çalıştığımda izin vermedi. "E kızım ne yapayım Karşıyakalıyım, Karşıyakalı bir kıza aşığım, bizi birleştiren yegâne yeri anmayayım da ne yapayım ben? Hem sen Karşıyakalı olmasaydın da çok güzeldin."
"Karşıyakalı olmayan kızlar güzel değil mi?" Omuz silkip, "Karşıyakalılar daha güzel," dedi. Ters baktığımda göz kırpıp dudaklarını yüzümün her yerine değdirdi. Gülüp geri çekilecekken de izin vermedi. Yanaklarıma, burnuma, alnıma, dudaklarıma sayısız öpücüğünü bırakmıştı. En sonunda geri çekilebildiğimde, "Sen var ya," demiştim nefes nefese.
"Bir gün alzheimer falan olursan hani unutursan falan bir şeyleri, her şeyi unutur Karşıyakalı olduğunu unutmazsın, öyle bir aşk sendeki." Burnunu saçlarımın arasında dolaştırıp iç çekti. "Her şeyi unutur, seni yine unutmam Ay Parçası. Sana daha çok aşığım."
Yaklaşık iki yıl önce, bu şehrin bu ilçesinin bu sahilinde yaşadığımız bu anıdan sonra, şimdi iki yabancı gibi oturuyorduk. Sebebi ayrılık değildi, sebebi daha beteriydi.
Birimiz her noktada o anılarla nefes alırken; birimiz o noktalarda yeni anılar biriktiriyordu, eskileri hatırlamayarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK KALP DURAĞI
Short Story0531*******: Saat 05.37 0531*******: Ne yaptığımın farkında değilim sanırım, sabah uyandığımda kendime çok kızacağımı biliyorum. 0531*******: Onu sabah düşünürüm. 0531*******: Şimdi yüksek müsadenizle, 0531*******: Kırık kalbimin durağına geldim. At...