Tatlı heyecan diye bir şey vardı. Kimisine göre çok güzel bir şeydi ama ben hem kalp hastası hem de şiddetli anksiyete sahibi bir kızdım. Benim için tatlı heyecan yok gibi bir şeydi. Bu yüzden hazırlanırken, ilaç içmek zorunda kaldım. Pembe küçük ilacı dudaklarımdan içeri yolladım. Hafif acımsı tat yüzümü buruşturmama sebep oldu. Hızla peşinden su içtim. Yarım saate çarpıntımı azaltırdı, azalmazsa dil altı bir ilaç alacaktım. Olur da şiddetlenirse diye.
Atlas bana ne yapıyordu bilmiyordum ama hiç iyi şeyler değildi.
Ama uzun zaman sonra, ilk defa bana iyi gelen bir şey yaptım. Kalktım, yemek hazırlayamayacağım için bizim en sevdiğimiz restoranlardan birinden yemek söyledim. Oturma odasındaki büyük masanın üstünü boşalttım. Üzerini çeşitli mumlarla kapladım, bir yandan da kokulu mumlardan yaktım. En sevdiğim kokuydu vanilya. Yemekler geldiğinde hızla yerleştirdim. Gelmesine az kalmış olmalıydı.
Onu beklerken aynada kendimi izledim. Kısa, dizlerimin üzerine kadar uzanan saten bir elbiseydi. Kolları ellerime kadar uzanıyordu, istemsizce çekiştiriyordum uçlarını. Bu elbiseyi, onunla ilk çıktığımız yemekte giymiştim. Hatırlar mıydı bilmiyordum, hatırlamaması beni üzebilirdi ama hiç önemli değildi, hala tam olarak bir şeyleri hatırlayamaması çok normaldi. Doktoruyla konuşmuştum. Bazı şeyleri zamana bırakmamız gerekiyordu.
Uçlara gittikçe açık bir renk halini alan saçlarımı sevdiği gibi yapmış, olduğu haline bırakmıştım. Sadece önlerini hafifçe maşalamıştım, geri kalan hafif dalgalar saçımın kendisinindi. Yüzüme hafif bir makyaj yapmıştım. Boynumdaki kolyenin ucunda, bana evlenme teklifi ederken taktığı yüzük vardı.
Evdeki ses sitemini açmış, Sezen Aksu'yu çalmaya başlamıştım bile. "İzmir'in kızları," diyordu, bu kaçıncı çalıştı saymamıştım. "Bir elinde de cımbızları."
Güldüm ve bu sefer Karşıyakalı şarkısını açtım. Bana evlenme teklifi ederken, arka planda çalıyorlardı bu şarkıyı. Çok güzel bir denk gelişti. Evde kendi kendime sağa sola salınırken, ilk katta olduğumu ve camların, bahçeye baktığını unutmuştum. Atlas her seferinde beni izleme şansı bulabilir diye bahçeden gelirdi. Onu camda gördüğümde irkildim. O ise gülümsüyordu sadece.
Şarkıyı kısıp koşarak balkon kapısına ilerledim. Açtığımda, "Ne güzel dans ediyorsun sen öyle," dedi. Ve bunu öyle bir söyledi ki, olduğum yerde bayılmamak için zor durdum. Sesi, bakışı, beni izleyişi... Her şeyini o kadar özlemiştim ki, özlemden ağlayabilirdim. Ve aylar sonra ilk defa bana Karşıyakalım gibi bakıyordu. Özlediğim elalara, hisler geri gelmişti. O hisler, benimle doluydu.
"Beni hissediyorsun Atlas," dedim kendimi tutamayarak, özlemle.
Ayakkabılarıyla içeri girmesini söyledim birden. Güldü ve içeri geldiğinde kapıyı kapattım. "Yıllardır yalnız bu semtin, biziz gerçek sahipleri. Uğruna hep ölenleri unutma, ver bize güzel günleri," dedi şaşırtmayarak. Karşıyaka marşıydı bu. Başını olumsuz anlamda salladı. "Gelene kadar aklım dağılsın, heyecanım dinsin diye marş dinleyeyim dedim ama biliyor musun, aşık olmamak ne mümkün gözlerine, gülüşün gider ömrüme diyorum her seferinde."
Aşık olmamak ne mümkün yeşiline, kırmızın gider ömrüme. Bir zamanlar bunu gözlerimin içine bakarak, sırf bana inat olsun diye söylerdi.
O an, tutamadım kendimi. Yapmamam gerekiyordu belki beklemem gerekiyordu ama yapamadım. Dudaklarına atıldığımda, bir eli belime kapandı, beni daha da kendine çekti. Dudaklarım dudaklarının üzerinde dolaşırken soluklanabilmek için geri çekildiğimde, "Çok özledim," dedim yaşlar gözlerimden süzülürken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK KALP DURAĞI
Short Story0531*******: Saat 05.37 0531*******: Ne yaptığımın farkında değilim sanırım, sabah uyandığımda kendime çok kızacağımı biliyorum. 0531*******: Onu sabah düşünürüm. 0531*******: Şimdi yüksek müsadenizle, 0531*******: Kırık kalbimin durağına geldim. At...