Bölüm 38

424 54 5
                                    




San Wooyoung

Zaman öylece akıp gidiyordu, San'sız geçen günlerin sayısı saymayı unutacak kadar birikmişti.

Hayatına perişan halde, var olduğunu unutacak kadar sessizce yaşıyordu. Her şeyin gerçek olduğuna dair tek kanıt, artık hatırlayamadığı bulanık olaylar arasında hayatta olduğunun belirtisi olan göğsünün sürekli inip kalkmasıydı.

Canlıydı. Hayattaydı. Ama yaşamıyordu.

Kabullenmesine rağmen Wooyoung bencilce bıraktığı çocuğu istiyordu; dokunuşu için çığlıklar atan bedeninin varlığını, ağzından çıkan sözlerini, gülümsemesini istiyordu.

Sonsuz gibi gelen zamanın onu tekrar evine, güvende olduğu, sevildiği ve bir bütün hissettiği sığınağına götürmesi için dua ediyordu.

Ama hayır, San'ı kendisinden uzakta tutan şeyin kendi aşkı olduğunu hatırlamaya devam etti. Onu uzaklaştıran şey tutkuyla birlikte kontrol edilemez hayranlığıydı.

Onun için yeterli olmayan çocuğa saygı duymasını sağlayan şey hala tüm gerçekliğiyle hissettiği güzel duygularıydı. Onun için asla yeterli olmayacaktı. Wooyoung'un gözlerinde onun için kimse yeterli olmayacaktı.

Ona olan aşkı o kadar büyümüştü ki önemli olan tek şey San'ın mutluluğu, güvende olması ve iyi olmasıydı. Ve eğer bunlar Wooyoung'un sevgilisiyken mümkün değilse o zaman onunla olmayı hak etmiyordu. Bu kadar basitti.

Ama aşk hiçbir zaman basit olmamıştı. Ona olan özlemi tüm benliğini kaplayan ve her zaman kaplayacak olan fiziksel bir acıydı. Yalnızlık, farkındalıkla birlikte gelen boğulmaydı.

Onu görmek kaçınılmaz bir işkenceydi ama sürekli uzaktan görüyor, teninin solgunluğunu ve gözlerinin etrafındaki koyu halkaları inceliyordu. İfadesiz yüzünü ve halsiz hareketlerini izliyordu.

Ve bunlar daha ilk günde yaşanan şeylerdi. Ona koşamadığı zamanlar, koruyucu kollarının arasına onu alıp, yatırıp, saçını öpüp uyumasına yardım edemediği zamanlar en zor zamanlardı.

Ama gittikçe kolaylaşmıştı. Daha mutlu görünüyordu, gülümsemeleri daha samimiydi. Daha huzurlu göründüğünün gerçeği acısını dindirse de huzurunun nedeninin kendisinin olmadığını bilmesi çok daha zordu.

Bazen karşılıklı konuşmaların kaçınılmaz olduğunu kabul ederken San onunla tekrar konuşmak için pek de uğraşmamıştı. O anlar garip, kısa ve aniydi, ikisi de birbirinin karşısında uzun süre duramamışlardı.

Wooyoung'un nedeni kendisini durduramayacağından korkması, kalbindeki ağırlığın altında ezilirken kendini kontrol edememesiydi; San'ın varlığıyla elinde tuttuğu zincirler güçsüzleşiyordu.

San'ın nedeniyse bir zamanlar her şeyin kendisi için zor olduğu kadar lila saçlı olan çocuk için de her şeyin bir o kadar zor olmasını istemesiydi.

İkisi de haftalarca konuşmamıştı, ta ki Wooyoung düşüncelere dalmış bir halde görmediği birisine çarpıp, çarptığı için kafasını kaldırmadan sessizce özürlerini mırıldanasıya kadar.

"Önüne baksa—" Kurbanının ağzından öfkeli sözler dökülürken anında tanıdığı sesle birlikte kafasını kaldırdı ve tıpkı bir sihir sonucu önünde beliren manzarayı idrak etmeye çalıştı.

"Wooyoung?" San'ın sesi sessizce duyulurken tüm tavrı, duvarlarla çevrili cesaretten Wooyoung'un kalbini eriten savunmasızlığa dönüşmüştü.

Kıpırdamaktan korkarlarken sessizce birbirlerine bakıyorlardı; birbirlerinin görüntülerini zihinlerine kazırlarken, kalplerini hızlandırırken ve aralarına özenle diktikleri duvarları zayıflatırken zaman ikisi için de durmuş gibiydi.

Soft | Woosan (Türkçe Çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin