İyileşene kadar Mithat'ta kalıyorum. Üç günde anca toparlıyor sözde yarına zımba. Bu sırada annesi Melike teyze ile de tanışmış bulunuyoruz. Babasız çocuk büyütmüş bir kadın olduğunu bildiğim için ona zaten bir saygım vardı, tanıdıkça buna sevgi de ekleniyor. O da beni seviyor olmalı ki varlığımdan rahatsız olmuyor. Ya da çok iyi rol yapıyor ama bunun ayırdına varmak istemiyorum. Bu kez bırakın da bilmeyeyim, olur mu? Mithat'ın sevdiği yemekleri getirirken benim özlediğim bir şey varsa onu da yapabileceğini söylüyor. Annemlerin İstanbul'da olduğunu ve benim sadece çorbada iyi olduğumu da öğrenmiş bulundu. Hiç görüşmediğimizden ve kasti olarak yemek yapmayı öğrenmek istemediğimden henüz haberi yok, maalesef. Bana sen eğlenilecek kızsın dendi Melike teyze, öylesi işime gelince ben de ona göre davrandım. Oğlunuzu tenzih ediyorum tabi, kendisi haza beyefendi.
Kendi evimde, Mithat'sız bir sabaha uyanmak, beni ayrılırken Mithat'a caka sattığım gibi mutlu etmiyor. Adama kafa dinleyeyim, yoruldum diyordun Arsen Hanım; şimdi utanmasan arayıp hadi biraz da sen bana bak diyeceksin. Üstelik yemek yapmalı, uyurken açılan üzerini örtmeli bir bakmaktan bahsetmiyorum; öylece karşımda durup bakması yeterli. Mithat'ı böyle arıyor olmak panik ataklarımı hortlatıyor. Bir de annesi var tabi, her şeyi bildiğinden emin ve hiçbir şey bilmeyen annesi.
Hal böyleyken makinaya bir kaşık daha kahve atıyorum. Olana kadar biraz hava almak için küçük balkonuma çıkıyorum. Ahşap iki sandalye ve bir masası olan, saman sarısı balkon daha çok huzursuz ediyor beni. Boş bir kavanozun içerisinde durmadan dönen tek bir bozukluk gibi çınlıyor nefes alışverişlerim apartman boşluğunda. Bu böyle olmayacak. Hızla ayaklanıyorum. Makinanın kapatma tuşunu basmaya bile tahammülüm yok, direkt fişini çekiyorum. Hayaletlerimi mezarlarına geri döndürmeye gideceğim.
*
Eksildiğim yerin aynı zamanda tamamlandığım yer olmasına, belki bininciye şaşırıyorum. Bunca kalabalık olmasına rağmen bu kadar sakin olmasına, envai çeşit insanın bir arada olduğu yerdeki bu samimiyete... Tek başımayken bile asla yalnız hissetmeyişime.
Ağaçlık yolun bitiminden itibaren üç sağ, bir sol yapıyorum. İşte orada. Bir annenin evladını bıraktığı gibi bulduğuna sevinemeyeceği tek yerde.
"Merhaba bebeğim, sen beni merak etmezsin ama ben neden gelemediğimi açıklayayım yine de... Bir adamı seviyorum, anneciğim. Bu cümleyi sen kur diye canımı verirdim. Canımı veremiyorum Ela, almıyor kimse canımı. Bu canım da gidiyor sanki hakkıymış gibi başka bir cana tutunuyor... Bilmiyorum. Bu kez kaçmak istemiyorum, kaçmak istemiyorum ama kalmayı da hiç bilmedim ki ben. Otuz iki yaşında koskoca kadınsın, ne demek bilmemek mi diyorsun sen de?.. Bilmiyorsun canımın içi, inan ki bilmiyorsun. Sayılar değişiyor sadece. İnsanlar senin her şeyi bilmeni, her şeyin doğrusunu yapmanı bekliyor. Sen hep o kadınsın ama işte, sen hep o kız çocuğusun. "
Bebeğimin daha fazla başı şişmesin diye hesaplaşmamı yarıda bırakıyorum, kızımı onun gibi meleklere emanet edip çıkıyorum mezarlıktan. On yıl önce bu kapıdan ilk kez giren kızdan tek farkım, artık güvenlik gelmeden de çıkabiliyor olmak. Bir de bu kez deneyecek olmam var tabi, bilmiyorum ama öğreneceğim. Nihayet teklik dönmeyi bırakıp yatay bir şekilde düşüyor.
*
"Annemi de kendine aşık edemezsin su perisi. Bu gidişle seni cam bir fanusta saklamam gerekecek." diyerek dalga geçiyor Mithat. Abarttığını bilsem de sesi öyle keyifli ki devam ettiriyorum.
"Yeni mi fark ettin, canım?" diyorum bacaklarıma doğru esnerken.
Bu kez daha kuvvetli bir kahkaha sesi geliyor telefonun diğer ucundan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sil Baştan (Tamamlandı)
Romance"Sanki yemek teklifi reddedilen başkasıymış gibi bir ıslık tutturuyor dudaklarım. Arsen Nilüfer'i kanepemde, üzerinde bana ait bir tişörtle, tek bacağını altına kıvırmış hararetle bir şeyler anlatırken hayal ediyorum. Sahneler değiştikçe gülüyor, a...