3.BÖLÜM: Şırnak

143 16 0
                                    

Canını seven varsa gitsin sıcak döşeğinde yatsın.
Ben kılıcımı kuşandım, gardımı aldım. Düşmanım da bellidir...

*****************************************
Yazardan:
  
   Milat hızla eve gidip, duş aldıktan sonra evdeki elektronik aletlerin fişini çekti. Bir şeyler atıştırırken de Firuze ablasını arayıp ona acilen Şırnak'a gitmesi gerektiğini söyledi. Onun asker olduğunu tek bilen kişi olan Firuze Hanım "Allah'a emanet ol kızım, hayırlı görevler." dedi ve endişeyle karışık büyük bir gururla telefonu kapattı. Firuze Hanım, elinde büyüyen ve kendi evlatlarından ayırmadığı Milat'la gurur duysa da endişelenmekten de kendini alamıyordu. Milat, babasına da "görev yapacağım okulda öğretmen eksiği olduğu için bir hafta erken gideceğim." diye haber verdikten sonra havalimanına doğru yola çıkmıştı. Yirmi dakika sonra havalimanına ulaşmıştı. Hemen bir saat öncesinden aldığı biletle uçağını beklemeye başlamıştı. "Ankara-Şırnak uçağı on dakika sonra kalkışa geçecektir. Bugün başka Ankara-Şırnak seferi bulunmamaktadır." anonsuyla hemen ayaklanan Milat valizini alıp koşar adım uçağa bineceği yere gitti. Oldukça kalabalık olan havalimanında zorlukla uçağını olduğu koridora ulaştı. Uçağa binip yerini aldı ve beklemeye başladı. On dakika kadar sonra uçak havalandı. Milat, bir saat otuz beş dakikalık yolculuğun sonunda iniş yapan uçaktan olabilecek en hızlı şekilde indi. Valizini alıp havalimanından çıktı.

   Şırnak... Havası gerçekten farklıydı. Değişik bir huzur veriyordu insana etrafta çok fazla insan yoktu ancak yok denecek kadar az da değildi. İnsanlar telaşla bir yerlere gidiyor, telefonlarıyla ilgileniyor ama hiç etraflarına bakımyorlardı. Oysa ki baksalar bu şehir gerçekten görülmeye değerdi.

   Milat, bir otelde yer ayırtacaktı ancak Halil Albay'ın ısrarıyla onun evine gitmek zorunda kaldı. Bulduğu en az insanın olduğu kafeye girip kendine bir kahve sipariş etti. Bu uzun ve yorucu yolculuğun ardından rahatlamaya ihtiyacı vardı ve kahve ona bunu fazlasıyla verecekti. Beş dakika kadar sonra kahvesi gelmişti. Oturduğu cam kenarındaki masada kahvesini yudumlarken Halil Albay'ın gönderdiği askerler olduğunu düşündüğü üç adamda göz gezdirdi. Kendi aralarında konuşuyorlardı. Birinin üzerinde bordoya yakın koyu kırmızı bir tişört ve gri bir kot pantolon vardı, çok bol olmasa da dar da değildi. Siyah spor ayakkabılarıyla gayet güzel bir görüntüye sahipti. Milat, ona sırtları dönük olduğu için sadece arkalarından görebiliyordu ve anladığı kadarıyla kumraldı. Bir diğeri hepsinden çok konuşuyordu. Milat, onun aralarındaki en geveze kişi olduğunu düşündü, anlaşılan çenesi hiç susmuyordu. Onun üzerinde de siyah bir tişört, mavi bir kot ve yine siyah spor ayakkabıları vardı. Diğerinin aksine saçları siyahtı. Aralarındaki üçüncü kişi ise neredeyse hiç konuşmuyor ve diğerinin konuşmalarıdan bunaldığını belli eden vücut hareketleriyle sürekli ofluyordu. Onun da üzerinde siyah bir tişört, siyah pantolon ve yine siyah spor ayakkabıları vardı. O da bir değeri gibi kumraldı. Hepsinin de bellerinde tabancalarının olduğunu belli eden küçük çıkıntılar vardı, tişörtlerinde. Normalde hemen hemen kimse anlamazdı tabancalı olduklarını ama sonuçta Milat bir bordo bereliydi. Üçü de sırtlarının ona dönük olduğu Milat'tan tarafa döndü. Aralarındaki her şeyiyle siyah olan adam, sürekli saatine bakıp kontrol ediyor ve etrafına bakıyordu, birini aradığı çok belliydi. Sürekli tıraş olmaktan üçünün de yüzü tahriş olmuştu.

   Milat yavaş adımlarla yanlarına ilerledi bir taraftan hâlâ onların Halil Albay'ın gönderdiği askerler olduğundan emin olmaya çalışıyordu. Üç adamın yanına vardığında "siz, Halil abinin gönderdiği kişiler misiniz?" diye sordu. Onların düşündüğü kişiler olmama ihtimaline ve Şırnak gibi bir şehirde sokakta "Albay" dediğinde olabikecek olayların riskine karşın "abi" demişti. Genç adamlar önce karşılarındaki kişinin Milat Varol olmasına şaşırsalar da buna vakitlerinin olmadığının farkına varınca aralarından kumral saçlı ve kahverengi gözlü olan "evet, ama siz nereden biliyorsunuz Milat Hanım?" diye sordu. Milat gülümseyerek "Halil abinin evine götüreceğiniz kişi benim." dedi. Genç adamlar bir kere daha şaşkınlığa uğramışlardı. Ama bu defa ki şaşkınlıklarını oldukça haklılardı. Çünkü Halil Albay onlara "bir askerimi benim evime getireceksiniz." demişti ve neredeyse tüm Türkiye tarafından tanınan, ünlü iş adamının biricik kızı Milat Varol'un asker olması onları şaşırtmıştı. (Ben olsam ben de şaşırdım yani haklı adamlar :D) Milat onların bu şaşkın hallerine gülmemek için alt dudağını ısırdı ve " hadi beyler, yetişmem gereken bir yer var. Azar işitmemi mi istiyorsunuz?" diye sordu şakayla karışık. Genç adamlar şaşkınlıklarını üzerlerinden atıp ona döndüler. Siyah saçlı ve yeşil gözlü olan ona dönüp "kusura bakmayın." dedi ve eliyel karşılarında duran gri renkteki reno marka arabayı gösterdi. Milat, başıyla genç adamı onaylayıp arabaya doğru ilerledi. Arabaya ulaşınca tam arabanın arka koltuğuna oturacaktı ki siyah saçlı, yeşil gözlü olan ona dönüp "lütfen öne geçin." dedi. Milat, kibar davranışı için genç adama teşekkür edip öne bindi. Herkes arabaya binidi. Araba çalışınca "eee tanışalım mı?" diye soru yöneltti üç adama. En çok konuşan hemen söze atladı ve "ben Emir." diyerek Milat'ın sorusuna yanıt verdi. Milat "rütben?" diye sordu bu defa. Genç adam önce tereddüt etse de Halil Albay'ın askerim dediği birisine güvenebileceğini düşünerek "Astsubay Kıdemli Çavuş Emir Aydoğan." dedi. Milat gülümseyerek Emir'in yanındakine "senin?" diye sordu. O da " Astsubay Kıdemli Üstçavuş Tarık Okyay." dedi. Milat ona da gülümsedi ve başıyla onaylayıp hemen yanında oturan, arabayı süren ve hiç konuşmayan kumral saçlı olana sordu bu defa "ya senin?" Bakışlarını yoldan ayırmadan "Asteğmen Yunus Keskin." dedi. Milat ona da gülümseyip onayladıktan sonra önünd döndü ve bir süre susup yolu izlemeye başladı. Aklına gelen soruyle sessizliği bozup bakışlarını tekrar üç adama çevirdi ve "siz Özel Kuvvet askerleri misiniz?" diye sordu. Eğer öyleyse muhtemelen aynı tümdd olacaklardı ve Milat üçünden de yüksek rütbede olduğu için onları test etmek istemişti. Asteğmen Yunus "ya siz?" diye sordu Milat'ın sorusuna karşın. Bu soru karşısında Milat'ın dudakları yukarıya kıvrıldı. Onların da bordo bereli olduğunu anlamış ve gülümseyerek "anlaşılan sizi komuta etmek güzel olacak." dedi. Hepsi şaşırarak ona bakmışlardı. Yunus kısa süreli bir bakıştan sonra tekrar önüne dönmüş ve yola odaklanmıştı. O sırada Emir yine kendini tutamamış ve "yani siz de mi?" dedikten sonra Tarık'ın ensesine patlamasıyla cümlesini yarıda bırakmıştı. Tarık ne kadar fısıldayarak söylese de Milat; Tarık'ın, Emir'e "Şu çeneni bir tut artık." demesi üzerine gülümsemişti. Arkasına dönüp "evet, Üsteğmen Milat Varol ben de bordolardanım." dedikten sonra "şuan dışarıdayız, kasmayın kendinizi." diye ekleyince hepsi rahat bir nefes almıştı ki Milat'ın son sözü aldıkları rahat nefes boğazlarında kalmıştı tam anlamıyla "ama karargâhta ne olur bilemem."

   Arada hâlâ kendini tutamayıp konuşmaya devam eden Emir ve onu susturmak için büyük bir çaba sarf eden Tarık sayılmazsa sessiz bir yolculuk olmuş ve on beş dakika kadar sonra Albay'ın evinin önünde durmuşlardı. Kısa bir vefanın ardından eve giren Milat, Halil Albay'ın eşi olan İlknur ablasıyla ve beş-altı yaşlarındaki ikiz olan Asena ve Turna'yla sarıldıktan sonra İknur Hanım'ın gözterdiği odaya valizini biraz dinlenmek için yatağa uzandı...

*****************************************
  Bir iki bölüm sonra göreve gidecekler inşAllah bu hafat yazarım o bölümleri de Allah'a emanet olun...
  

MİLAT (Özel Kuvvetler Serisi 1) -Askıda-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin