İyi okumalar efenim! Yıldızlamayı unutmayalım!
Melek'in müzik listesine sabitlediği iki şarkıdan biri; Kızım, Cem Kısmet
🧡
Doğduğumuz yer miydi kaderimiz yoksa ailemiz mi?
Doğduğumuz yerden kaçabilmek mümkündü. Kopabilmek, ne olacaksa olsun diyerek çok uzaklara gidebilmek, bir daha geri dönmemek mümkündü. Ancak aile, süregelen yaşamda kopabileceğimiz, sonsuza dek yok sayabileceğimiz, sonsuza dek terk edip gidebileceğimiz bir şey değildi. Bizimle yaşamımıza eşlik etmek, açtığımız her yeni sayfaya da olmak durumundaydı. Kimse, sonsuza dek ailesini yok sayamaz, varlığını unutamazdı. Çünkü insanın dönüp dolaşıp geldiği yer ailesi olurdu.
Aile, kötülüklerin iyi niyetle yapıldığı yere denirdi, bana kalırsa. Doğumdan ölüme kadar bahşedilen yaşamda, aile etkeni; bireye müdahale edebilmeyi, hayatıyla evcilik oynar gibi oynamayı, kısıtlamayı, parçalara ayırmayı kendinde hak görürdü. Karşısına dikilmek bir yana dursun, ama bu benim hayatım demek bile bazen ağır sonuçlar doğururdu. Biz senin aileniz bizden sana zarar gelmez diye başlayan cümleleri en büyük silahları olurdu çoğunlukla. İnsana gelen en büyük zarar insandandır bilmezlerdi. Bilseler de önemsemeyip, bir kenara bırakırlar bu bilgiyi. İşlerine öyle geldiklerinden değil, öyle gördüklerinden. Öyle yaşayıp, öyle yaşanması gerektiğini düşündüklerinden.
Peki aile dört duvarın içinde ki mi, yoksa hissettiğin midir?
Aile, hissettiğindir. Dört duvar arasına sıkışmış olanlar zarardan fazlası değildir. Henüz hissetmesem de, huzur ve mutluluğun kucağına düşmüş gibi hissediyordum. Olmam gereken yerin bulunduğum ev olduğunu, oturmam gereken kanepenin kül rengi bu kanepe olduğunu, yemek yediğim masanın bu ahşap masa olması gerektiğini hissediyorum. Sanki davlumbaz ışığını yakıp yemek yapmam gereken yerin bu mutfak olduğunu, soluklanmak isteyeceğim balkonun burada olduğunu hissediyordum. Yabancı gibi gelmeyen, aslında hep burada onların içindeymiş gibi hissettiğim bu insanların yanında kalmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Bu yüzden, ev bakıp kendime bir düzen kurmaya çalışmıyorum belki de. Belki de diyorum, ait olduğum yer hissettiğim yerdir diyorum.
Ellerini hızlıca yıkayıp, yüzünde fark edilen ve şaşırtan büyük bir heyecanla salona geçmişti. Burak'ın başına dikilerek Yağmur'u almak için kollarını uzatmıştı. Derin bir nefes alırken bu tatlı anı izlemeye dalmıştım. "Yağmur'um..." diye fısıldadığını duyduğumda yüzümde ki gülümseme genişlemişti. Göğsüne yatırarak kucağında yerini sabitleyerek odadan çıkmıştı. Arkasından bakakalırken yorgun gözlerimi kırptım.
"Bu saate kadar nerde olduğunuzu anlatmaya ne dersin?" sessizliği bölen Burak'a başımı çevirdim. Dudaklarımı aralayacakken, lafımı bölmüştü. "Ama öncesinde sana yemek hazırlasam daha iyi olacak. Betin benzin atmış yorgunluktan..." ayağa kalktı hızlıca. "Yerken anlatırsın neler yaptığınızı..." şefkatli tavırlarına hayranlıkla bakarken kalbim sımsıcak olmuştu. Tek kelime edemezken teşekkürümü sonraya bırakmıştım.
Kül rengi kanepenin üzerinde ki yastıklardan birini başımın altına alıp cenin pozisyonunda kanepeye kıvrıldım. Gözlerimi kapatıp, yemek hazırlanana kadar uyumayı planlarken telefonumun melodisi yükseldi. Elimin altında ki telefonuma uzanıp kısık gözlerle ekranda ki ismi taradım. Derin bir nefes verirken gördüğüm isimle yattığım yerden doğruldum. Alt dudağımı dişleyerek ekrana bakmayı sürdürdüm. Telefon çalıyor ancak ben ne diyeceğimi bilemediğimden açmaya cevap vermeye cesaret edemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM KOŞUCULARI
Novela JuvenilKalpler, durgundu. Yürekler, suskundu. Nefesler ve nabızlar kesikti. Ruhlar sızım sızım sızlıyordu. Altısı da biliyordu ki, kaybettikleri değerler ve hisler bir daha geri gelmeyecekti. Altısı da, içinde taşıdıkları ölü çocukluklarla birlikte kaybolu...