13|Zeze'nin Unuttukları

158 31 0
                                    

O gittikten sonra bende etrafa göz gezdirmeye başladım. Çok büyük bir alandı. Ahşap raflar tavana kadar uzanıyor, yerdeki eski ufak kilimler mekana ayrı bir hava katıyordu. Mekanın girişinde duran ahşap masanın üstündeki gromofon ve bir sürü kitap oldukça karışık ama bir o kadarda nostaljik hava katıyordu. Masanın arkasında deri bir yine kahverengi tabure ve onun arkasında bir sürü posterle dolu duvar vardı.

İçeriye rafların arasında dolaşmaya başladım sessizce. Her iki tarafında da dizi dizi kitaplar vardı. Uzun koridor sonunda hemen solda beyaz kitli bir kapı vardı. Neydi bu odanın sırrı? Yanına yaklaştım kulpunu aşağıya doğru indirdim ancak kitliydi. Merak etsemde fazla önemsemedim. Sağ tarafa doğru ilerlediğim de yine raflar vardı. Ancak bu sefer en köşede süt kahvesi tekli iki tane koltuk vardı. Ortalarında siyah ince bacaklı ikili zigon vardı. Bunların arkasında da büyük yapraklı bir saksı bitkisi vardı.

Bu köşeyi es geçemedim. Ve koltukların birine oturmamla zigonun üstünde benim deyimimle Şekersiz Portakal kitabı, ' Şeker Portakalı' vardı. Kitabı isminden dolayı pek haz etmesemde okumuş ve içindeki birkaç diyaloga hayran kalmıştım. Ama şu an önümdeki kitaptan çok arasına sıkışmış, fotoğraf dikkatimi çekmişti. Fotoğrafı elime aldığımda pek tanıdık olmayan sima gördüm. Fotoğraf siyah-beyaz idi. Fotoğrafta çok güzel bir kadın vardı. Muhtemelen biri daha vardı. Ancak fotoğrafın o kısmı yırtılmıştı. Kadın orda her kim varsa kamera merceğine bakmak yerine o tarafa bakmıştı. Gülümsüyordu. Ve çok manidar bakıyordu. Boynunda biten kabarık saçlı, yüksek bel zannımca kot bir pantolon ve o pantolonun üstünde boğazlı kazak vardı. Tam bir 80-90 modasıydı.

Fotoğrafa hafif tebessüm ederek bakarken Ekim'in sesini duydum. Bana sesleniyordu.
"Burdayıııım. . . . .kahve rengi koltukların ordaaa." Dedim neşeli bir sesle. Ayak seslerini duymamla fotoğrafı tekrar kitabın arasına koydum. Ayakkabılarımı çıkarıp, koltuğa iyice sindim.

"İyimi böyle? Rahat mısın?" Dedi,hafif sitemli bir sesle. Başımı hafifçe salladığım da gülüşü büyüdü. Ve yanıma oturdu. Bardakları doldurdu. Kendi bardağını eline alıp iki kolunu da koltuğun kol koyma yerine yerleştirdi. Bardağı da aşağıya sarkıttı.

"Şeker Portakalı demek ha?"Dedim. Gözlerini kitaba sabitledi. Sonra tekrar karşıya. Yüzünü tam olarak okuyamıyordum.

"Arasındaki fotoğrafı gördün değilmi?" Dedi, donuk bir sesle. Donuk sesinde benim merakıma karşı oluşan bıkkınlık vardı.

"Neden yırtık bir kısmı? Sen mi yırttın?" Dedim merakla. Merak ediyordum. Onunla alakalı olan her şeyi çok merak ediyordum. Bilmek istiyordum. Ve buna sebepsizce hakkım olduğumu düşünüyordum. Viskisinden bir yudum aldı.

"Biliyor musun, insanları öldürüyorum Portuga."Dedi. En sevdiğim kesitti bu Şeker Portakalın da:

"Bunu nasıl yapıyorsun Zeze?"
Dedim, aynı ses tonunda aynı ifadeyle ona eşlik ederek. Yüzüme döndü. Ve buruk bir gülümseme ile fısıldadı:

"Onları unuturak." Dedi. Tekrar başını tam karşıya dikti. Derin ve titrek bir iç çekti. Ve cebinden çıkardığı sigarayı parmaklarının arasına aldı. Çakmakla yaktı ve dudaklarının arasına götürdü.

O an ona 'zehir' diye hitap edilen şeyin, ne kadar iyi geldiğini gördüm. İlk defa gözümün önünde yapıyordu. Bir çekincesi yok gibiydi. Ama ciğerlerine işleyen o duman onu rahat ettiriyordu sanki. Başını biraz kaldırıp dumanı üflediğinde zaten yayılmaya başlamış koku daha da yayılmıştı. Rahatsız mıydım? Hayır.

"Kimdi o? Öldürdüğün kişi kimdi?"Dedim. Kısık ve pürüzlü çıkmıştı sesim. Koltuğun kol koyma kısmıyla göğüsüm arasında bacaklarımı sıkıştırdım.

ÖLÜM KOŞUCULARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin