"Ekim, bu adam seni mi arıyor? Sen tehlikede misin? Ya da sen yıllardır onun halisülasyonuyla mı yaşıyorsun?" Dedim.
Yutkundu. Kaşlarını yukarı kaldırdı. Hafif şaşkınlık içeren yüz ifadesine karşılık, ben oldukça ciddi, kaşlarım çatık bir durumdaydım. "Halisülasyon yok... Sadece benim üzerimde yarattığı korku var... Geçtiği sokaklardan geçememek gibi. . . Yurda gidememek gibi... "
"Ama insan olmayan bir şeyden, nasıl korkar?" Yutkundu yine. Dizlerini dirseklerine dayadı. Ellerini de başının arasına aldı. Saçlarını karıştırdı. Beyninin en derinine ulaşır gibiydi.
"Bir nefes kadar yakınımda..." Dedi mırıldanarak. Nefes almayı unuttum sanki bir an. Kalbimin attığını hissedemiyorum... Karşımdaki adam ölüme bir nefes kadar yakın mıydı? "Ama ondan korkmuyorum. . . Varsın celladım o olsun... Ama önce annemi bulmam lazım. Mezarına bir kez olsun sarılmam lazım."
Ölümü göze almış, celladından kaçmıyor. Öleceğini, celladının ona bir nefes kadar yakında olduğunu biliyor. Hatta, varsın öldürsün beni diyor. Ama annesini bulmak istiyor. Ama canlı ama kanlı bulmak istiyor onu. O melek kadının; ama mezar taşına ama boynuna sımsıkı sarılmak istiyor. Çocukluktan beri eline tutuşturulmuş bir defterden, annesini dinlemekten sıkılmış.
"O gece..." Diye söze girdi tekrar. Ama bu sefer sesinde öfke tonlaması vardı. Donuk sesi her zamankinden kinli çıkıyordu. Sanki kelimeler dişlerinin arasında bileniyordu "O gece annemi götürdü. Ve bir daha da getirmedi. Ve ben, o geceden sonra annemi ne zaman aramak için bir şeyler yapmak istesem, rüyalarımda. Resmen bana işaret veriyor. . ."
"Anlıyorum..." dedim söze girmeye çalışmak istercesine. Yutkunup, bana soran gözlerle bakan, gözlerine bakarak konuşmaya devam ettim:
"Anlıyorum... Anneni bulmak istiyorsun. . .Ama önce iyileşmen gerek. . .kalbinin, çocukluğunun iyileşmesi gerek..." Dolan gözlerimi bir iki saniye yukarı kaldırarak, burnumu çektim. Ve tekrar baktım ona: "Eğer istersen. . .sonra beraber ararız onu. . . " Yanağımdan süzülen yaşı umursamadan ona bakmaya devam ettim. Dudaklarımı birbirine sıkıca bastırdım ağlamamak için. Esen rüzgar beni yatıştırsa da onun vereceği cevap beni tek rahatlatacak şeydi. 'Evet' deyip, benimle devam edecek miydi? Eli yanağıma gitti. Yumuşacık bir hareketle baş parmağını göz yaşıma bastırdı. Ve sildi. Ardından elini çekti. Ve dudaklarının arasından muhteşem bir fısıltı çıktı:"Ağlama bakıcı kız. Benim güçlü Melek'e ihtiyacım var. . .gülünce gözleri gülen. . .nefes alırken bütün hayatı içine sığdırmaya çalışan. . . Sadece birine sarılırken bile onu incitirim korkusu yaşayıp titreyen ellere sahip, Melek'e ihtiyacım var. . ." Yutkunduk. Derin bir nefes aldık. Ve o, kara gözlerini tekrar gözlerime dikti. Hayranlıkla baktı ve devam etti: "Ağlamayı en son yakıştıracağım kişi bile değilsin. . . O nedenle ağlama. . .Sadece gül. . .gözlerinle beraber. . . Gerektiğinde titreyen ellerinle yaralı ruhumu sarmala. . .tamam mı?"
Yaralı bir ruhu iyileştirmek, bir çocukluğu tekrar yeşertmek, belki celladından beraber kaçmak, annesini bir defterden beraber okumak, geçmişini onunla beraber sokaklarda aramak. . . Bunlar için geriye kalan gün sayısı;51, eğer olur da beceremezsem, gideceğim. Ve belki de hiçbir zaman bu kara gözlü çocuğu göremeyeceğim. . .
◇◇◇
49. Gün
"Melek'i de kaldıralım. O da gelsin bizimle." Dedi Cem. Gözlerim kapalı olsa da onları duyabiliyordum. Ve beni onlar uyuyor sansa da yaklaşık 2 dakika önce uyanmıştım. Sahi nereye gidecektik?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM KOŞUCULARI
Teen FictionKalpler, durgundu. Yürekler, suskundu. Nefesler ve nabızlar kesikti. Ruhlar sızım sızım sızlıyordu. Altısı da biliyordu ki, kaybettikleri değerler ve hisler bir daha geri gelmeyecekti. Altısı da, içinde taşıdıkları ölü çocukluklarla birlikte kaybolu...