dokuz

29.1K 2.1K 590
                                    

adamlar • kendime çaylar

°

üç metre kare alana sığdırılmış beş sıra ve alınan ortalama oksijen miktarına eş değer salınan karbondioksit; rezil bir yerdi bu küçük sınıf.

belki en köşede oturan, sınıfların vazgeçilmez cam açtırmayan bireyi olmasaydı çok da rezil bir yer sayılmazdı fakat yeşil gözlü oğlan içeride oksijenin kırıntısına dair bir şey olduğunu düşünmüyordu. apo, elinde döndürdüğü kalemle homurdandı istemsizce. içerisi hem cehennem gibi yanıyordu hem de nefessizlikten çığlık atmasına ramak kalmıştı. daha fazla durmak istemeyip sırayı ittirdiğinde çıkan sese dönmüştü birkaç kişi.

ellerini şişme montunun cebine atıp sınıftan çıktı. koridorun sınıftan daha büyük oluşu bile sinirini bozuyordu. bir sigara yakıp sakinleşmeyi umut ediyordu şimdi. bunun için arka bahçeye çıkmaya karar verdi.

mezun kafasıyla çok fazla öğrencileri sıkan bir dershane değildi burası. aksine mezunlara daha fazla müsamaha gösterilirdi. hatta bir hocanızla bahçede karşılıklı sigara yakabiliyordunuz. apo, hocalarının da sürekli onunla dalga geçtiği şekliyle, dershanenin kadrolu öğrencilerinden biri olduğundan biraz rahattı. ayarı tutturabildiğinden kimsenin bununla ilgili bir sorunu yoktu zaten.

bunun rahatlıyla arka kapıyı açıp dışarı çıktı. sonunda aldığı temiz havayla derin bir soluk çekti ciğerlerine. belki çok da temiz sayılmazdı ama içeriden daha temiz olduğu aşikardı.

köşede sigara içen birkaç kişiye kafa selamı verip arkaya ilerledi. kimseyle sohbet edecek havası yoktu, sadece sigarasını içip çıkmak istiyordu. insanlarla sohbet edecek havası olduğu bir an da yoktu ya, çoğu arkadaşı geçen sene bir yerler yazıp gittiğinden ve onun dışında herkes yeni olduğundan fazla tanıdık birileri yoktu.

bir duvar dibi bulup oturdu. sırtını yaslayıp ellerini cebine attığında çantasının dibinde buruşmuş sigara paketinin ve hemen yanındaki çakmağının yanında olmayışı bozuk olan sinirlerinin tuzu biberi olmuştu. bugün her şey o kadar ters gidiyordu ki! birkaç soruyu çözemeyişinden başlayan bu aşırı sinirlilik ve oto boka atarlanma halleri sınıfın oksijensizliğiyle harmanlanmışken şimdi yanımda çakmak yok diye yaslandığı duvarda kafasını parçalayabilecek kadar canı sıkkındı.

"sikeyim."

gökten çakmak yağmayacağına göre burada durmanı anlamı yoktu, homurdanarak ayaklanacakken botlarının ucuna değer sigara paketiyle kafasını kaldırdı. burak elinde yarım sigarasıyla arsızca gülümseyerek ona bakıyordu.

"beyaz bayrak."

kalkıp birkaç kat çıkmaktansa burak'ın sigarasını içmeyi tercih etti apo. ses etmeden uzandığı sigara paketinden sarma dal çıkarıp içindeki çakmakla ateşledi.

"satayım sana."

ciğerlerine dolan havayla güldü apo. parmaklarının arasındaki sarmayı inceler gibi uzaklaştırdı.

"buradan sana müşteri çıkmaz."

"sen bilirsin."

apo kapattığı paketi ona geri yollayacakken durdurdu burak onu. içinde birkaç tane kalmıştı, alacak değildi hoş.

"kalsın."

canına minnetti.

dudaklarının arasına yerleştirdiği daldan bir nefes daha çektiğinde gözü yeşillerdeydi. onda hazzetmediği şey neydi bilmiyordu, önce şunda anlaşmalıydık ama asla nefret ve fazlası değildi. birisine karşı nedensizce nefret duyacak değildi. belki de aptal lise yıllarından kalma ufak tefek atışmaların rahatsız ediciliğindendi tamamen. çocukçaydı, kabul ediyordu. büyümüşlerdi sonuçta ama galiba gözünde hala burak, o burak'tı.

sarışın uzun saçları ensesinde ufak bir topuzla toplanmıştı. onu tanıdığından beri bir kere kısa saçla görmemişti. oysa apo'nun onun tam zıttı üçe vurulmuş saçları vardı.

sol kulağında iki ufak metal küpeye bakarken buldu kendini. bir türlü cesaret edemediği bir şeydi küpe. kendisine de aynı böyle yakışıp yakışmayacağını kestiremiyordu. canı biraz fazla tatlı tiplerdendi.

ince bir yüz ve keskin çene hatlarıyla pürüzsüzdü yüzü. bu kadar lekesiz bir yüz canını sıkmıştı ister istemez. ona baktıkça ayar olacağı bir şey buluyordu işte. saçları, gözleri, küpeleri falan filan.

çakmak sesiyle kafasını kaldırdı apo, tekrardan kaçıncıyı yaktığını bilmediği bir dal daha sarışının parmaklarının arasındaydı. pekala, o da içiyordu ama arası dışarıdan gözükenin aksine çok sıkı fıkı değildi. aklına geldikçe yakardı belki ya da çok daraldığında. sırayla iki tane yaktığı bile olmamıştı bunca zaman. onu sigaraya başlatan da it arkadaşının tekiydi zaten, yoksa içmezdi bile.

"çok içiyorsun."

neden buna karıştığını bilmiyordu, söyledikten sonra pişman oldu zaten. gereksiz bir cümleydi. buna karşı omuz silkti sarışın çocuk. apo eğer bu sigaraları yanında biraz daha durmak için yaktığını bilseydi götünü ateşe verirdi herhalde.

adım sesleriyle beraber ikisinin de ilgisi kesildi. adının bora olduğunu hatırladığı çocuk apo'ya kafa selamı verip burak'a dönmüştü.

"tut."

burak'ın avucuna düşen anahtarla beraber sigarasını söndürdü apo. dinlemiyormuş gibi yapsa da kulakları onlardaydı. bora'nın sert çıkan sesi huzursuz ediciydi çünkü. karışmazdı elbette ama mevzuyu bilmediği için dinlemekte yarar vardı.

"eyvallah bora."

"bu son olsun burak, bizimkiler sorun çıkartıyor."

apo her ne kadar ilgilenmiyormuş gibi yapsa da ona değen yeşillerle beraber anlamıştı burak'ın anladığını.

"tamam, sonra konuşalım."

apo'nun buna şahit oluşunu istediğinden emin değildi. gerçi karşısındaki çocuk onu o kadar tanımıyordu ki duyduklarından bir şeyler anlaması imkansızdı.

"hayırdır?"

ellerini cebine sıkıştırıp yerde aşağıdan ona bakan çocuğa baktı. burak isteksizce yerinde kıpırdandı. hayırlık bir durum olmadığı kesindi ama bilmesine gerek yoktu.

"ne yapacaksın oğlum?"

"beyaz bayrak."

güldü burak, kafasını başka tarafa çevirip dudaklarını yaladı. ağzı iyi laf yapıyordu kısa saçlı çocuğun, bunu biliyordu fakat çalan zil apo'nun hazırda beklettiği sorulara engel oldu. bu kaçış için oldukça iyi bir fırsattı.

"sana hala kıl oluyorum ama bir sorun varsa yardım edebilirim."

"hala mı aynı mevzu amına koyayım, ne pinti herifsin lan."

burak ayaklanıp pantolonunun belini çekiştirirken sesi alaycıydı. biraz sinir bozucuydu bu mevzu, kabul ediyordu. üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin aralarında hiçbir muhabbet dönmediğinden apo için hala 'lisedeki şu gıcık çocuk'tu.

"bir şey yok ya, sağ ol yine de." dedi sorun yokmuş gibi gülümseyip. dostça omuzuna vurduğunda neden birden onu ikna etme çabasına girdiğini bilmiyordu. sadece ona bir şeyler arıyormuş gibi kitlenmiş gözlere öyle alışık değildi ki. kimse sormazdı çünkü, kimse ne olduğunu merak etmezdi ama o sormuştu.

°

öyle normal ⚣ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin