on yedi

25.1K 2.1K 863
                                    

şebnem ferah • yalnız

°

apo
burak

apo o gün fazla dalgındı.

doldurduğu bulaşık makinesini çalıştırırken bir yandan da içeriden duyulan kısık müziğe eşlik ediyordu kendince. kafeden çıkar çıkmaz kendini eve atmış dün geceki dağınıklığını toparlamaya başlamıştı.

tek başına yaşamanın olumlu yönleri olduğu kadar olumsuz yönleri de vardı tabii. sessizdi, sessizliği seven birine göre bile sessizdi. sürekli şarkı çalardı bir yerlerde. hatta bir ara bir dost sahiplenmeyi bile düşünmüş ama onun sorumluluğu altına girmekten korkmuştu.

ailesiyle arası eh işteydi. kötü değildi asla, sadece fazla kuralı ve sıkı büyümüş bir çocuktu. hep en iyisi olmalıydı apo. işin bu tarafını sevmiyordu yani, yoksa büyük kavgaları ve ayrılıkları olan bir aileye sahip değildi. yine de hep daha kötüsü de olabilir diyordu kendince, eğitime karşı büyük takıntıları olan iki ebeveynin çocuğu olarak bu çabalarını anlayabiliyor ama ara sıra ucunu kaçırıyor olmalarına biraz bozuluyordu.

enlerle dolu çocukluğunun tek sebebi ailesiydi kısaca. işte, evde, belki bir kahve arasında ya da bir sofrada; alademir ailesi gururlar bahsetmeliydi ondan.

mezuna kaldığı için söylenen aile şimdi kilometrelerce uzağındaydı. her ne kadar söylenseler de oğullarını beyaz önlükle görmek istediklerinden o kadar da seslerini çıkartamıyorlardı. en başından beri çocuklarını iyi bir üniversiteye yerleştirdikten sonra yazlık bir ev satın alıp oraya yerleşmeyi ve emekliliklerinin tadını çıkarmayı hedefliyorlardı. öyle de yapmışlardı.

şimdi çöpü kapıcının alması için dışarı bırakan çocuğun üzerindeki baskı böylece azalmıştı. yine bir telefonla tüm gününü mahvedecek kadar yakınlardı ona, yine de ders çalışırken kontrol altında değildi ya da bir aile yemeğine giderken saatler öncesinde robot gibi hazırlanmıyordu.

derin bir nefesle daireye bakındı, az eşyalı kahve turuncu tonlarının ağırlıklıklı olduğu küçük evi şimdi daha temizdi. gönül rahatlığıyla dolaşmaya çıkabilirdi.

kabanını üzerine geçirip anahtarını ve sigarasını cebine sıkıştırdı. telefonunu kontrol edip evden çıktı ve kapısını üst üste kilitledi. anahtarı posta kutusunun içine attı. pek uzağa gitmeyeceğinden sorun olmazdı. tekinsiz bir yerde oturmamanın verdiği rahatlık vardı. site içiydi burası. anahtarın cebinde çıkartacağı sesi bile duymak istemiyordu, o kadar ağrıyordu başı.

aralık ayının son günleri sayılırdı.  yılbaşına bir haftadan az kalmıştı hatta. onun pek yılbaşı kutlama gibi düşüncesi olmadığından süslenmiş birkaç dükkana boş bakışlar atıp geçiyordu. hafif çiselemiş sulu karın çıkardığı ses dışında başka bir ses yoktu sokakta. zaten kimse ne bu soğukta ne de bu kadar geç saatte dışarı çıkardı.

ilerideki parkla beraber yönünü değiştirdi. evden çıkarken pek uzağa gitmeyeceğim diyordu ama şimdi yolu uzatmak istiyordu. temiz hava iyi gelmişti ona, bu yüzden parkın içinden geçecekti. hatta girmişken içeride biraz oturur bir sigara yakardı belki.

ıslığı ileride bir bankta sessizce oturan burak'ı görünce kesildi. evde olmasını beklediği hasta burak, bu havada öylece oturuyordu. bir bankta, sırt çantasıyla.

kaşları istemsizce çatıldı. vardı  düşündüğü bir şeyler ama gerçek olmasından korkuyordu. yanına doğru adımladığında sarışın çocuk üzerine düşen gölgeyle kafasını kaldırmış ona bakmıştı. sorularıyla onu sıkmak istemiyordu ama bu saatte, bu soğukta ne işi vardı burada?

öyle normal ⚣ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin