y/n: Burada gevezelik yapmayacağım onu bölüm sonunda yaptım. Geciktiği için üzgünüm yine de yorum yaparsanız beni çok mutlu edersiniz, iyi okumalar 💕
+++
Parklar ilişkileri olabildiğine karmaşık ailesi olmalarının yanı sıra yüzyıllarca yazılmış kanlı bir geçmişe sahiplerdi. Özellikle en yaşlı, dolayısıyla en güçlü element vampiri olan Park Jimin yaşayan efsaneden farksızdı. Kaybettiği ikizi Rose ile birlikte sınırı bilinmeyen güç elde etmiş ; sayılamayacak kadar çok insan,kurt,vampir ve cadı öldürmüşlerdi. Ellerindeki kanı temizlemesi imkansızdı, hiçbir zaman öyle bir gayesi de olmamıştı da.
Her şeyden çok sevdiği ikiz kardeşi Rose'yi kaybedene kadar güçlerinden pişmanlık duymamıştı. Evet bu sonsuz hayatı onlar seçmemiş olsalar da sonsuzluktan nefret etmiyordu. Nasıl edebilirdi? Eğer o ederse yaşayan Rose ne olacaktı, Rose'yi yalnız bırakacağına ızdırap dolu sonsuzluğa razı olurdu. Bu yüzden geçen yıllarla kendini eğitmiş, kendinden nefret etmemeye ve sonsuzluğa adapte olmaya çalışmıştı. Bunun en kolay yolu ise bu dünyanın tanrısı olduğuna ikna olmaktı. Öldürdüklerinden pişmanlık duymak, üzülmek.. Bunlar insansı duygulardı, bir tanrı ise öldürdüğü için pişman olmazdı.
Jimin, Rose'nin ölümüne kadar bunu yaptı. İnsanlıkla olan tek bağı ailesine -özellikle ikizi Rose'ye- olan sevgisi kalana dek tüm her şeyi geride bıraktı. Merhamet,aşk,öfke,üzüntü.. Hepsi ancak onların yemeğinden ibaret insanlara özgü kusurlu şeyler olmuştu gözünde. Bu bakış açısı onda kalan son hisleri de alıp götürdü. Devamlı kendini denedi, onu yenebilecek birisi çıkmadı karşısına arayışına rağmen. Rakip kim olursa olsun, yanında Rose olduğunda onlara meydan okumaya cüret eden kişinin küle dönüşmesi birkaç dakika bile sürmüyordu. Jimin devamlı denedi, güçlü vampir aileleri, cadı soyları ve dahası sayısız düşman edindi. Ama ne olursa olsun, tanrıların karşısında onların hiçbir şansı yoktu.
Ta ki Park Rose'nin öldüğü güne kadar. O güne kadar Jimin'in gözlerindeki perde bir an olsun kalkmamıştı.Birkaç asırda bir dünyaya gelen; kimisine göre tanrının kullarını cezalandırma yolu, kimisine göre şeytanın vücut bulmuş hali olan kara büyücülerden biri ailesine musallat olana dek. Jimin o güne kadar kendini güçsüz hissetmek nedir unutmuştu bile. Irene ondan daha güçlüydü, bunu kabul etmekten nefret etse de o gün Rose'yi koruyamadıysa bu sandığı kadar güçlü olmadığını gösteriyordu. O güne kadar baskıladığı tüm insansı hisleri, Rose'nin kaybı ile gün yüzüne çıkmıştı. Irene'i yenmek için tüm gücünü kullanarak kontrolünü tamamen kaybetmişti. Ama bir önemi yoktu, Rose gözlerini kapattığı an Jimin zaten ölmek istedi.
Tanrılarla yarışır güçte olmak değil, fark ediyordu ki onca zamandır tek istediği bir şey hissetmekti. Öylesine korkmuştu ki yaşayacağı pişmanlıklardan, sevdiklerini koruyabilmek için güçlü olmak zorunda olduğundan insanlığından vazgeçmişti. Ama yine de boşunaydı, Rose öldüğünde her şeyin boşa olduğunu çok net anlamıştı.
En nihayetinde Jimin onu insanlığa bağlayan son şeyi de kaybetmişti. Dünya o an anlamıştı, gerçek bir şeytan yaratıldığını. Eğer tanrı varsa o an diğer kulları için yapabileceği tek şey Jimin'i Rose ile birlikte öldürmekti. Ama Rose ölmüş, arkasında her şeye öfkeli ikiz kardeşini bırakmıştı. Diğer kardeşleri dahi tanıyamadılar Jimin'i, eğer yaşamak istiyorlarsa yapabilecekleri tek şey ondan uzak durmak olduğunu en acı şekilde fark etmişlerdi. Tarih yazan Park ailesi işte böyle dağılmıştı, herkes bir yana saçılmış ve özellikle Jimin'den olabildiğince uzaklaşmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fireonwater²:eternity
FanfictionMoskova, sekiz sene önce bir ucundan diğer ucuna kadar alevlere boğulmuştu. Taşların bile eridiği o günden kalan çatlaklar, tekrar suyla dolana kadar da hep kuru kalacak ; orada hiç hayat olmayacaktı. Ateşin onu dindirecek suya, suyun onu dizginleye...