16 | ağlayamadığın şeyler için

82 10 0
                                    

Taeyong gittikten sonra ailemin olduğu yere, Gwangju'ya dönme kararı almıştım. Bahçeyle uğraşmak iyi gelir belki, diye düşünmüştüm. Anneme ise kısaca özet geçmiştim, solgun görünmemin sebebi için.

"Sevdiğim biri vardı, hayatını kaybetti."

Bunu demek bile çok yakıyordu kalbimi. O ise bana sarılmıştı ve ağlamama izin vermişti. Çoğu şeyde beni desteklemişti aslında, bunda destekleyeceğini tahmin etmemiştim yine de. Kim olduğunu bilmiyordu, bir hırsız olduğunu söylesem ne derdi acaba? Nasıl biri olduğunu anlat, demişti annem. Ne demeliydim?

İyi hissedene kadar ağladığımda, aylar yetmezmişçesine, bahçeye koyuldum. Çiçek ekmek ile başlayacaktım. Ev girişinin kenarları için menekşeler vardı. Ellerimdeki eldivenler toprak olduğunda, çömeldiğim çimenlik bölümden doğruldum. Belim ağrımıştı, uzun zamandır yamulmaya alışkın değildi omurgam.

Ellerime baktım. Sonrasında, göğün maviliğini sömüren sarılığa bakmaya çalıştım. Benim için buydu gökyüzü. Daha çok ışık vardı, mavilik azdı. Taeyong için ise, hüznün rengi olan maviydi sadece. Hayatında hiç mutlu olmadığı için gözyaşıydı belki de. İster istemez gittiği yeri düşündüm. Nefsi müdafaa olduğundan bu, babasını öldürdüğü için ceza çekmemesi için dua ediyordum öbür dünyada. Gözlerim dolarken tekrardan, acıdığını fark ettim. Bu kadar ağlamam iyi değildi. Çiçeklere basmamak için taşlı yola geçip eve ilerledim. Küçüktü evimiz fakat kardeşlerimiz ile birlikte büyümemiz için yeterliydi.

İçeri geçtiğimde, ortanca olan kız kardeşimin en küçüğümüzü uyutmaya çalıştığını gördüm. Gülümseme yayıldı yüzüme. "Jieun-ah, onu benim odama yatırabilirsin."

"Olur, abla." dedi ince sesiyle ve merdivenleri çıkmaya başladı dikkatle. Kucağında uyuyakalan Eunjoo'nun ise yüzünde yumuşak bir ifade vardı. Bahçeye saksı taşıyan erkek kardeşim Wook Eun'a yardım etmek için dışarı çıktığımda gözüm tekrar kaşınmaya başladı ve onu dışarıda bırakıp içeri girdim. Yatağımda uyuyan Eunjoo için sessiz olmaya çalışarak göz damlamı aldım. Gözlerim kuruduğu için doktorum bana bunu vermişti. Olanları anlatmıştım, onun hırsız olduğunu söylemek dışında tabii.

Taeyong için bu kadar çok ağlamamı saçma buluyor olabilirdi. Ona hislerimi söylemeden öldüğü için üzülüyorum sanmıştı fakat ben, yollarımızın bir daha hiç kesişmeyeceği için ağlıyordum daha çok. Hislerimi söylesem ne olurdu ki? Ben onunla olduğum için polisliği bırakamazdım, onunla hırsızlık yapamazdım. Taeyong'un da polis olacağını sanmıyordum. Peki hislerimi söyleyememek içimde kalmış mıydı? Elbette.

Damlamı hallettikten sonra tekrar aşağı indim. Beni rahatlatan tek şeydi bahçe. Onu unutmaya çalışıp, doğanın işleyişi hakkında düşünmek. Gerçi içimden bir ses, Taeyong'u unutmamamı söylüyordu. O hayatımı yaşamam hakkında yazarken, olması gereken onu unutmakken, ben istemiyordum.

Birkaç gün orada kaldım. Mutlu oluyor gibiydim. Şehrin kalabalığından uzakta olmak iyiydi. Şehirden çok da uzak değildik, köy merkezine inmek bile insanı canlandırıyordu. Şehre kardeşlerimi götürmek ise çok eğlenceliydi. O kadar köy değildi burası. Sadece doğaldı. Gwangju'nun, nüfusu daha fazla olan bir yerindeydik. Birkaç kilometre ötedeydi kasaba merkezi. Babamın da arabası olduğundan yaşam kolaydı. Uzun süre yaşamıştım burada, tekrar gelmek huzur vermişti bana. Wook Eun'ın okul hayatını dinlemek, Jieun'ın derslerine yardım etmek ve Eunjoo'ya masal okumak ilaç gibiydi.

Dönmek istemesem de, otobüs beklemesin diye hızlı olmaya çalışarak onlara veda ettim ve içeri girdim. Bana fazlasıyla bağlıydı Jieun, ablalık görevini o üstlendiği için kendimi suçlasam da onu Seul'e götürüp yanımda tutamazdım. Çok ağladığını görmeye dayanamadım, ona yazın yanıma gelebileceğini söyledim ve biraz olsun mutlu ettim. Benden sonra en büyük olan Wook Eun'ı, her şeyi Jieun'a yüklememesi için tembihledim. Eunjoo'nun saçlarını öptüm.

✔️ thief and cop | lee taeyongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin