15 | cennetten izin almak

71 9 0
                                    

Kapının çalınmasıyla Jungwoo yanındakilerle göz göze geldi. Kimse kapıyı açmayınca, cesaret edememişlerdi, yüzündeki endişe ve yas ile kapıya yaklaştı. Goeun dolu ve şişmiş gözleriyle Jungwoo'ya baktı, muhtemelen öncesinde ağlamıştı. Jungwoo kenara çekilip Goeun'a girmesi için yer verdi. Kızın gözleri ayna gibi parlıyor, herkesi gözlerinde yansıtıyordu. Onun gözleri herkesi yansıtacak, içeri girip beynine işlemesine izin vermeyecekti. Vücudunun, kalbinin, Taeyong'u görmeye ihtiyacı vardı ve onu yansıtıp uzaklaştırmayacaktı.

"O yukarıda," dedi Jungwoo, Goeun'ın omzundan tutup merdivenlere yönlendirirken. Goeun o sırada hiçbir şey düşünmüyordu, ne düşüneceğini bilmiyordu. Koridorun ortasındaki bir kapıda durunca Jungwoo, Goeun nefeslerini sıklaştırdı. Gözlerinden dökülen inci taneleri gibi yaşlarını içeri yolladı. Taeyong'un yanında ağlamak istemiyordu, aksine karşısına çıkınca böyle bir şey yazdığı için onu dövecekti. Hem, Taeyong onu ağlarken görünce endişelenebilirdi.

Jungwoo kapıyı açtığında gözlerinin önündeki sahne önü duraklattı.

Orta boylardaki sehpanın üzerinde, içinde Taeyong'un resminin bulunduğu bir çerçeve, iki yanında mumlar ve çiçekler vardı. Bu bir anıttı. Ölen insanları anmak için yapılan anıtlardandı. Goeun odaya daldı. Elindeki mektup avcunun içinde buruşurken, yere kapaklanmış kız ağlıyordu. Jungwoo dayanamıyordu, ona bunu yapmak kalbini acıtırken, kızın hıçkırık seslerine karışmış göz yaşları Jungwoo'yu boğuyordu. Kız "Hayır" diye sayıklayıp, çoğu kelimelerini haykırıyor ya da boğazındaki düğüm yüzünden onları söyleyemiyordu bile. Kız uzun süre bağırarak ağlamasının ardından Jungwoo'ya dönmüş, ona ne olduğunu sormuştu.

"Bir polis onu vurdu." diye cevaplamıştı Jungwoo kısık sesiyle. Goeun ve Jungwoo kapının eşiğine oturmuşlardı. Jungwoo kollarını Goeun'a sardı. Ona bu haberi vermekle yükümlü olan kendisiydi ve omuzlarındaki tüm onu eziyordu.

Goeun evden gittiğinde herkes daha çok gömülmüştü sessizliğe. Hepsinin canı yanıyordu.

Kız bütün duygusuzluğuyla, "Kuzey'de değil de, bir polisin kurşunuyla öldü, ha?" dedi kendi kendine. Yatakta tavana bakıyordu; her yer ona buz dolu bir küvette, ateşi inmediği için oraya konulmuş ve çıkamayıp içinde çırpınıyor gibi -hatta çırpınırken gittikçe derine gömülüyor, vücudu her buz parçasına değdiğinde yakarcasına acıtıyor gibi geliyordu. Kollarıyla kendini sardı ve bacaklarını kendine çekti. Hıçkırarak ağlıyordu. Kalbine bir kılıç saplanmış, yüzyıllarca ölmeyip tüm sevdiklerinin gidişine şahit olmuş gibiydi.

LEE TAEYONG

Artık birlikte işimiz bitmişti. Bir daha beni görmeyecekti. Bunu düşündükçe kalbim ağrıyordu. Dışarıdan sürekli umursamaz biri olarak görünüyordum, o da bundan memnun değildi. Ben umursadıkça mutlu oluyordu, ama ben bunu beceremiyordum. Onu kaybetmek istemiyordum, sahip olmadığım bir şeyi kaybedemezdim gerçi.

Sokakta, kapuşonum yüzümü kapatırken yürüyordum, insanlar kendi hayatlarını yönlendiriyordu, ben ise nereye gittiğimi bilmiyordum. Kulaklık takılıydı ama bu müzik dinlediğim anlamına gelmiyordu. İnsanların arasına böyle katılabileceğimi, yoksa dışlanacağımdan emin olduğumu düşünüyordum. Öyleydi de.

Her zaman takıldığım yere götürdü beni ayaklarım. Burası boştu, kendim olabildiğim bir yerdi. Kimse bilmiyordu burayı, Jungwoo ve diğerleri dışında. Kocaman bir bahçeydi, her yerden otlar çıkmıştı ve yosun tutmuştu. Ağaçların ortasında içi boş bir havuz vardı; o kadar sığ bir havuzdu ki öncesinde ya çocuklar için kullanılıyordu ya da bir süstü. Şimdi ise benimdi. Havuzun tam ortasında bir yatak vardı. Burası kendi yatağımdan daha yumuşaktı. Zaten uzun zaman boyunca yatağım olarak benimsemiştim burayı. Şilteye sırt üstü attım kendimi. Sonra sol kolumun üzerine döndüm. Cebimden çıkardığım resmi inceledim. Aile resmiydi, elimde olan tek şey. Ellerim arasında buruşturdum. Yan tarafımda bir çöküş hissettiğimde yavaşça, önce başımı çevirdim arkama.

Goeun...

Derin bir nefes verdi, gözleri kapalıydı. Yüzünü incelemeye fırsat bulmuştum sonunda. Yumuşak bir cildi vardı. Kuzey tarafındayken terli ve kirli olmasına rağmen güzel görünüyordu. Şimdiyse daha güzeldi. Onu görmeyeli birkaç hafta olmuştu, kısa saçları uzamış gibiydi. Polis olduğundan kestirdiği saçları, toplanmaya izin verecek kadar uzundu.

Kuzey beni çok yorduğu için her şeye ara vermiştim. Goeun'ı özlesem de yanına gidememiştim. Belediye başkanının yüzü gözlerimden gitmiyordu, en azından ona biraz zarar verebilirdim, evini soyabilirdim ve ihtiyacı olanlara verebilirdim. Bunu bile yapamamıştım. Goeun'ın o eve girenin ben olduğumu bildiğinden haberim yoktu, belki de benden nefret ediyordur düşüncesiyle kendimi suçluyordum. Atışmalarımızı, sesini özlemiştim.

Minik burnu, üst tarafı ince olan dudakları, tam bir tavşandı benim için. Gördüğüm en güzeliydi belki de. Benim gibi kurnaz bir tilkiyle ne işi olurdu ki? Kaçırılan devlet adamlarını bulmak için benden yardım isterdi ve bulmasına yardım ederdim. Gözünde serseri olmalıydım. Sırt üstü yatıp gökyüzüne baktığımda, nefes alış verişleri değişmişti. Küçük bir ses çıkarınca başımı ona çevirdim. Bu, ben de burdayım, deme şekliydi. Gözlerini açtı.

"Daha iyi biri olacağım," diye düşündüm. "Onu hak etmek için daha iyi olmalıyım."

Bakışları yüzümde dolaşırken, yüzü gerildi.

"Ama ellerimdeki kanlar, beni korkutuyor."

Kaşları çatıldı. Gözlerim dolduğundan onu göremiyordum. Ağladığımdan endişelendi; ama düşündüklerimi duysaydı...

"Bir yangın başlatmak değildi amacım," bir damla yatağa düştü. "Canını acıtmak istememiştim."

Goeun, yaklaşıp kollarını bana sardı. Başımı boyun boşluğuna koydum. Ve daha önce olduğu gibi, ağladım. Hıçkırıklarımın arasında beni daha sıkı sarıyordu. Bunu yapmamalıydı, güçsüzdüm ben, yanlış şeyler yapmamalıydı.

"Biliyordum," dedi sarılırken. "Sarılmaya ihtiyacın olduğunu biliyordum." dedi. Bunun için mükemmeldi gözümde. Kendisi de sarılmaya ihtiyacı varmışçasına sıkılaştırdı kollarını. Bu şekilde bıraksınlardı beni, kalsaydım sonsuza kadar.

Mektup şöyle demişti: "Sen benim yaşamım ve ölümümsün. Ve ben seni seviyorum. Senin için ilk kar gibi geleceğim, yağmur gibi geleceğim. Bir gün daha bilmesen, yüz yıl daha bilmesen, kalbimin gök ile yer arasında çarptığını... Ben buna ilk aşk diyorum."

"Muhtemelen hatıralarında yaşayacağım. Dünyada sana benzeyen bir anı, yine sadece bende saklı kalacak. Seninle olan hatıralarım, sende olan hatıralarım..." Bir süre duraksamıştım, hızlı olmam gerektiğini biliyordum ama soğuktu, karnımdaki yara uyuşmaya başlamıştı. Yuta ise hızlıca kağıda yazarken sırtı sarsılıyordu, ağlıyor muydu? İlk defa ağladığını göremeyecek miydim yani? "Ne hüzünlü bir hayat, hüzünlü bir gün. Hüznü yenemeyen ben için, yanlızca anılarında kalmayacağım bir şekilde, beni terk etmeni istemiyorum. Ancak iyiliğin için, seni bırakmak istemezdim. Lütfen, unut beni. "

Goeun, gözlerindeki yaşlar inci inci kağıda dökülürken kağıtta yazanları sayıkladı.

"Bir yerlerde göreceğim seni, günlerimiz çiçek gibi olacak," İnce parmaklarının tersiyle ovaladı gözlerini, hıçhırık kaçırdı dudaklarından. "Yavaş yavaş özleyeceğim seni ve gün ışığı gibi gülüşünü..."

"Seninle tekrar buluşmak için," Pencereye baktı Young. Pencereye damlalar hızla çarpıyordu. Taeyong, yağmur gibi gelmiş olmalıydı. "Cennetten izin alacağım."

✔️ thief and cop | lee taeyongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin