Kapımın çalınmasıyla saçım başım birbirine girmiş bir şekilde uyandım ve öylesine lanet bir şekildeydim ki, kapıyı çalan kim olursa olsun patlayacaktım.
Oh, Taeyong...
"Günaydın." Bütün duvarlarımı yıkmayı başaran kişi oydu. Kendi bile bilmiyorken yapıyordu bunu, benden haberi yoktu.
"Günaydın," Hâlâ ayılmamıştım ama Taeyong aralık kapıyı ittirip içeri dalınca öfkelenmiştim. Ne yapıyordu bu? "Özel alan, biliyorum ama dinlemelisin. Karakol mudur ne diyorsanız oraya, biri aramış. Sana ulaşmaya çalışmışlar ama telefonunu açmamışsın." dediğinde aklıma geldi. Şarjım tamamen bittiği için diğer odada bırakmıştım, duymamış olmalıydım. "Taeil-sshi beni aradı da."
"Taeil? Onu nereden tanıyorsun?"
"Plaket verdiklerinde tanıştık." dediğinde başımı salladım. "Her neyse, birini kaçırmışlar. Devlet adamıymış yine."
Şaşkınlıkla ona baktım. Taeyong'a plaket verildiği gün ben terfi edilmiştim. Artık araştırmalara katılabilecektim, dedektiflerle birlikte çalışabilecektim. Henüz o kademeye ulaşmasam da hedefim buydu.
Karakola gittiğimde kaçırılan kişinin resmini gösterdiler. Bu belediye başkanıydı. Daha öncesinde evinde bir hırsızlık girişimi olmuş fakat zanlılar serbest bırakılmış. Zaten o sırada başkanı kaçırdıkları için adam da söz geçirememiş. Dediklerine göre iki kişi girmiş eve, hiçbir şey çalamamışlar. Biri umursamaz ve yorgun dururken diğeri sürekli cirit atmış nezarette. Fazla güler yüzlüymüş. Gangnam Karakolu'na değil Seocho'ya atıldıkları için zanlıların kim olduğuna bakamadık; ama benim bir tahminim vardı. Betimlemelerden anladığım kadarıyla bunlar Yuta ve Taeyong olmalıydı. Yine de çok kafa yormadım.
Belediye başkanını bulmamız için karakoldaki polisler görevlendirilmişti ve dedektifler atanmıştı. Aynı zamanda askeriyeden de birkaç kişi görev almıştı ve bu askerlerin arasında Jungwoo sağlık görevlisi olacaktı. Taeyong'un bu işte de bir parmağı olduğundan şüpheleniyordum ama henüz Jungwoo'yu görmemiştim.
Bu bir ceza mıydı bize? Çünkü koskoca belediye başkanını bulmakla sorumluyduk ve askeri bir görevde olacaktık, birkaç polisin ve birkaç hırsızın yapacağı türden bir işe benzemiyordu. "Kuzey'den şüpheleniliyor. Bunun için kılık değiştireceğiz, yeni bir kimliğe bürünüp oraya Kuzey Kore askerleri adına gideceğiz," denilmişti bize. "Kuzey askerlerinden birkaçının kimlik kartları elimizde, bunlara göre yeni bir kimlik yapılacak."
Yeni kimlik fotoğrafları çekilip kartların hazırlanması için yetkililere verdik evraklarımızı. Tekrar elimize geldiğinde ise üzerimizdeki Kuzey Kore üniformaları ile aynı onlardan biriymiş gibiydik. Tabii biz bunlara alışkın olmadığımız için garip geliyordu. Üniforma, benimle birlikte dört kişi olduğumuz kadın polislerin üzerinde garip duruyordu.
Taeyong karakol tarafından tanınır ve güvenilir olduğu için yanımızdaydı. Onu da yanımızda götürmemiz için çabalayan Taeil ise şaşırtmıştı beni. Amirimiz Siwon, Taeyong'un da bizimle gelmesi için uğraşacağını söyledi. Nasılsa söz konusu başkanı kurtarmaktı ve araya kim girebilecekse girmeliydi.
İzin verecekler mi diye beklerken gözlerini üzerimde gezdirdi ve yanıma yaklaştı. "Askerlik yakışıyor." dedi gülümseyerek. Gözlerimi devirdim. Kuzey askerlerini nasıl kandıracaktık, bilmiyordum. Umarım şüphelenmezlerdi. Taeyong'un da bizimle geleceğini söylediklerinde sevindiğimi belli etmedim, onu tehlikeye atmak istemiyordum (her ne kadar buna alışkın olsa da). O Taeil'e ve Jungwoo'ya sarıldı ve kutlamaya başladılar. Tebessümle izledim.
Sınıra gidecek, bize verilen tüm ipuçlarını birbirine bağlayıp başkanı alacak ve geri dönecektik. Umarım üzerimizde nükleer silahlarını kullanmazlardı. Çünkü eğer Güney'den geldiğimiz öğrenilirse bizi izimiz kalmayacak şekilde yer yüzünden silerlerdi. Uzun bir yolculuğa çıkma zamanı gelmişti. Nereler izleniyor, nereler kör nokta, bunların hepsi elimize geçmişti ve şimdi askeri bir araçla sınıra gidiyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
✔️ thief and cop | lee taeyong
FanficNAME | THIEF AND COP INTRO | "Adın?" diye sordum. Biraz düşündü. Yüzündeki alaylı ifade silinmiş gibiydi. Bakışlarını ayakkabılarına çevirmişti. "Lee Taeyong." dediğinde aynı anda birbirimize baktık. Ondan gözlerimi kaçırmadım. "Yaş?" "Yirmi bir." O...