"Burada olduğumuzu nereden biliyorsun?" diye sordum Hye Ji'ye.
Taeyong o sırada kanıtların olduğu kutuyla oynasa da onu takmamıştım. Geriledim. Üzerimize geliyordu ve yanında trendekilere benzeyen adamlardan birkaç tane katılıyordu. Arkamızı dönüp koşmaya başladık. Yolumuzu kesen adamlar ile olduğumuz yere çivilendik. Birbirimize baktık. İki yerden de kıstırılmış olsak da yanlar vardı, değil mi? Koşmaya başladık ve onları geride bırakmayı başardık. Karanlık ortamda ikimizi ararlarken bizi durduran şey, bir heykele çarpıp yere düşmem oldu. Acımı göstermemek için dudaklarımı bastırdım. Taehyung hızla yanıma geldi ve fısıldayarak sordu.
"Ne oldu?" Jungwoo'nun iyileştirdiği yara, yere yatırılmış olduğu için ayak hizamda duran heykelin elinde tuttuğu keskin şey yüzünden tekrar kanamaya başlamıştı. Yere düşen çantayı aldım ve Taeyong'a uzattım.
"Bunu alıp teslim et. Bana bir şey yapamazlar, merak etme."
"Delirdin mi? Sensiz gitmeyeceğim." Israr etmenin zamanı değildi. Gömleğinin alt tarafını yırtıp gelişigüzel bir şekilde kanayan yere sardı ve sıktı. Her ne kadar çabalasam da ses çıkarmamayı başaramamıştım. Sesimi Hyemi haini ve adamları muhtemelen duymuştu. Taeyong'un yardımıyla ayağa kalktım. Yürüyeceğimi sanmıyordum. Önüme eğildi ve beni kendine çekti.
Önünde bulunan kadın heykelini alıp az önce olduğumuz yere çekti, Hyemi bizi takip ederse yolları kapanmıştı artık. Ardından beni sırtına aldı, ben çantayı sıkıca tutarken koşmaya başladı. Arada bir kaydığım için daha da sıkı sarılıyordum. Yük olmakistemediğim için kendimi ne kadar hafifletebileceksem yapıyordum.
Taeyong'un tökezlemesiyle ne olduğunu anlamadan elimdeki çanta yere fırlamış, onunlaile beraber müzenin yerindeki camekan bölmeye düşmüştük. İnsanlar buraya uçurumdan aşağı bakar gibi bakıyordu ama yüksek değildi. Zaten dekor olarak bir çiftliğe benzeyen bu yerde yapay samanların üzerine düşmüştük. Çantayı bıraktığım için kendimi boğasım geliyordu. Hyemi ise bizi bulmuştu bile. Çantayı eline aldı ve içini açtı.
"Bak burada ne var?" Kaşlarım çatılmış, Hyemi'nin dediklerini dinliyordum. "Ne kadar haksızlığa uğradım, biliyor musunuz? Kıdemli kişiler tarafından her zaman ezildim. Bir sekreter de olsam, çok incitildim. Şu an elimde tuttuğum bu çantanın içinde tüm bu kıdemli kişilerin karşımda diz çökeceği bir şey var. Biliyor musun? Bugün beş tane daha sunbae cinnet geçirdi ve," ironik bir gülüş yerleştirdi yüzüne. "Ne olursa olsun, beni ezen, aşağılayan, ağlatan bütün yüksek kademedeki insanlara bunun ödeteceğim. Buna engel olamazsın. Gerekirse bütün Seul'deki iş adamlarına bunu yapacağım."
Telefonunu çıkardı ve numarayı tuşladı. "Alo! B-burada biri daha delirdi! Bir polis memuruna saldırıyor!" Bir anda büründüğü bu rolden etkilenmiştim. Çantadan çıkardığı iğneyi alıp küçük tabancaya yerleştirdi. Namluyu Taeyong'a çevirdi ve ateşledi. İğne, kendini korumaya çalışan Taeyong'un koluna isabet etti. Ciddi bir şekilde koluna baktığında, aniden yere çöktü ve bana baktı. Ben ise onun değişen mimikleri karşısında ne yapacağımı şaşırmıştım. Taeyong iğneyi kolundan atıp üzerime gelmeye başladığında eninde sonunda ona yakalanacağımı biliyordum. Hyemi yukarıda bizi izliyordu ama ben canımı kurtarmaya çalışıyordum.
Kapana kıstırıldığımda, Taeyong'un gergin yüzüne baktım. Ama Taeyong'un arkasında gördüğüm camekan yerlerde camı yumruklayan bir Kang Ji, yanındaki cemekanların içinde de başka adamlar duruyordu. Demek burası kapandığı için ve kırık dökük olduğu için bütün kurbanları buraya saklamayı planlıyorlardı. Sonuçta kim, cinnet geçirip de insanlara saldıran kıdemli devlet adamlarının kapatılmış bir müzede saklandığını düşünsün ki? Onu bunu boşverin, bu düşüncelerin hepsi saliselikti. Yani şuan hala Taeyong'un psikopat yüzü karşımdaydı.
"O zaten bir suçlu değil miydi? Ruhunda var bu tür şeyler. Kaçışın yok ama." Elini yavaşça boynuma getirdiğinde onu engellemeye çalışıyordum. Gözlerim kapandı, yere düştüm.
"Ah, öldüm." dedim.
Hyemi'nin yüzü görülmeye değerdi. "Cinnet geçirdiğimi falan sandın, değil mi?" dedi Taeyong, güldü ve elimden tutup kaldırdı. Hyemi tabancayı çıkardı ve inceledi. "Şırınganın ucunu, çantayı sana vermeden önce kapatmıştım. Beni Goeun'ın arkasında görmedin bile."
Hyemi'nin arkasından gelen kırmızı mavi ışıklar ile gülümsedim. Taeyong ile beşlik çaktığımızda polisler gelip Hyemi'yi ve yanındaki adamları almışlardı bile. Zaten gelenler kademe olarak hepimizden yüksekti, bu yüzden kimse müdahale edemezdi.
"Evet millet. Şimdi size, altı kıdemlimizin aniden değişime uğrayıp kendilerine veya çevrelerindeki insanlara zarar verdikleri bu sorunu çözen iki vatandaşımızı tanıtacağız. Biri polis, biri ise bir Seul vatandaşı. Böyle büyük bir sorunun çözülmesine yardımı dokunduğu için vatandaşımıza bir plaket vereceğiz." dedi müdür olduğunu bildiğim adam. "Kim bilir, belki bundan sonra polis akademisine katılır." dediğinde herkes gülmeye başlamıştı. Taeyong'a döndüğümde gözleri açılmıştı, ardından güldüğü için kısıldılar. Eline plaketi verilirken müdürle selamlaştı ve seyircilere dönüp eğilerek selam verdi. "Sana sözüm vardı." deyip kollarını bana sardı.
"Yeni ihbarlar geldi. Taeil Yeoksam Caddesi'ne, Sehun da Bongeunsa Caddesi 108'e koş. Goeun," Siwon'un devam etmesini beklerken, "Teheran Caddesi'nde ceza keseceksin." dediğinde kaşlarımı çattım.
Karşı çıkacaktım ki kahkahalar atarak gülen amirime baktım. "Şaka tabii ki! Trafiği yerle bir eden bir canavar varmış. 115. yolda ona haddini bildir."
Dışarı çıktığımda kapının önünde Taeyong'u görmeyi beklemiyordum. Bu sefer farklı bir arabayla karşımdaydı. Bunu kimden çalmıştı acaba? "Görevin mi var?"
"Acele etmem lazım, atla." diye kısa kesip şoför koltuğuna geçtim.
Havalı bir şekilde arabayı kullanırken Taeyong'un bana o trafik canavarının yerini söylemesiyle yollarda ilerliyordum. Ancak önümü kesen araç ile birden durdum ve parlak kırmızı arabanın ışık hızıyla gidişini izledim.
"Arabayı ben kullanabilirdim."
Cümlesini tamamlamasını beklemeden hemen hareket ettim ve kırmızı arabayı takip etmeye başladım. Önceden benim tedirgin olup kaza yapacak mıyız korkusuyla emniyet kemerine sarıldığım günlerin yerini Taeyong'un gözlerindeki korku almıştı. Aniden fren yaptığımda kemere daha çok sarıldı, gözlerine baktığımda içerideki fırtınaları görebiliyordum. Kırmızı araba kendi rengindeki ışık yandığı için durmuştu.
"Ben bu işte daha iyiyim, Lee Taeyong." dediğimde gülümsedi.
"Beni seviyorsun, değil mi, Choi Goeun?" Dudaklarını yanağımda hissettiğimde ateşimin yükseldiğini hissediyordum. Ne yapmaya çalışıyordu? Arabadan fırladı ve peşinden ben de indim.
Kırmızı araba siyah filmle kaplı camını indirdiğinde gördüğüm şey ile ağzım açık kalmıştı. "Şimşek, adamım? Yine yakıp kavuruyorsun!" diye seslendi Taeyong.
Tembel hayvanımsı bu çocuk "Ha!" diye güldüğünde yine başımı Taeyong'un koluna yasladım. Onu dinlemek zorunda mıydık?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
✔️ thief and cop | lee taeyong
FanficNAME | THIEF AND COP INTRO | "Adın?" diye sordum. Biraz düşündü. Yüzündeki alaylı ifade silinmiş gibiydi. Bakışlarını ayakkabılarına çevirmişti. "Lee Taeyong." dediğinde aynı anda birbirimize baktık. Ondan gözlerimi kaçırmadım. "Yaş?" "Yirmi bir." O...