"Bay... Han?"
Amerikan tarzı mutfak tezgahın yanındaydı ve oradan bıçağı aldığı gibi kapıya koşmaya başladı. Bize geliyordu ve ne olduğunu anlamadan üzerime atlamıştı. Eğitim görürken aldığım dersleri hatırladım ve bıçak darbelerinden kaçmayı başardım. Taeyong'a bakmak için bir anlığına başımı kaldırdım ve orada olmadığını gördüm.
Sanırım yanlış kişiydi. İki gündür tanıdığım bir hırsızdan yardım isteyip beni buraya getirmesine izin vererek aptallık etmiştim. Beni bırakıp gitmesi, Bay Han'ın beni öldürmesine yardım etmesinden iyidir tabii. Ona dair bildiğim tek şey adı, yaşı, ailesinin olmadığı ve hırsız olduğu. Hatta belki ismi bile farklıydı, ailesini öldürmüş bir katildi?
İki gündür tanıdığım bir hırsızdan yardım isteyip beni buraya getirmesine izin vererek aptallık etmiştim. Beni bırakıp gitmesi, Bay Han'ın beni öldürmesine yardım etmesinden iyidir tabii. Ona dair bildiğim tek şey adı, yaşı, ailesinin olmadığı ve hırsız olduğu. Hatta belki ismi bile farklıydı, ailesini öldürmüş bir katildi?
Ben hâlâ delirmiş Bay Han ile uğraşırken havaya sıkılan silah ile Bay Han'ın dikkati sese gitmişti. Yüzünü göremediğim biri hızla bize doğru koşarken Bay Han karanlıkta silahı ateşleyen kişiyi arıyordu. Elime fırsat geçmişti, yerdeyken çıkarmaya fırsat bulamadığım silahımı çıkardım ve arkasıyla Bay Han'ın kafasına vurdum. Adam yere düşerken karşımdaki kapüşonlu çocuğa bir bakış attım. Kafamı yere eğip alttan kim olduğuna bakmak için bri girişimde bulunduğumda yavaşça kapüşonu çıkardı ve gözlerimin büyümesine sebep oldu.
Saçları sarıydı ama dipleri akmıştı. Suçlu muydu yoksa polis miydi anlayamıyordum. "Yuta! Geldin!" diyerek sarışın adama yaklaştı Taeyong. Demek ki Japon'du. Yabancı kalmamak adına boğazımı temizledim.
"Buralarda işim vardı." diye mırıldandı Yuta.
"Bak, Yuta. O bir polis!" dediğinde Taeyong, Yuta hemen silahını çıkardı ve bana doğrulttu. Ellerimi teslim olmuşcasına iki yana açarken Taeyong önüme geçti ve eliyle beni arkasına aldı.
"Ben az önce bir polis mi kurtardım şimdi?"
"Yuta-ya! Merak etme, o benimle! Ona yardım ediyorum. Borçluyum da."
"Anlıyorum." Silahı indirdi ve saçlarını karıştırdı. Yüz hatları keskindi, uzun bir çenesi ve ruhunuzun içine içine bakan gözleri vardı. Dudakları Taeyong'dan çok daha kalındı.
"Şu adamı içeri götürelim haydi." Taeyong adamın omuzlarından tutarken ben de ayağından tutmak için yöneldiğimde Yuta bana baktı ve önüme geçti, adamı kaldırdı. Arabaya kadar taşıdıktan sonra geri geldiklerinde Taeyong sessizliği bozdu.
"Bizimle gelecek misin? Yoksa gidiyor musun?"
Yuta düşündü. "Siz ikiniz beceremezseniz yardıma gelirim, şimdilik gidiyorum." Elindeki silahı döndürdü ve arka cebine koydu. Giyim tarzını salaştı, ama Taeyong'u ilk gördüğüm zamanki evsiz giysileri gibi değildi. Taeyong'a baktığımda ise az önceki sürekli gülen yüzü gitmiş, yerini yine o alay dolu bakışları almıştı. Çift kişilik falan mıydı?
"Plakayı bulalım..." Beni baştan aşağı süzdü ve en son gözleri gözlerimle buluştu. "Yaralanmışsın." Tek kaşımı kaldırdım. Bir şey hissetmemiştim. Önüme çömeldiğinde ne yaptığını merak etsem de haklıydı. Bacağımı tuttu ve hafif bir sıkışta bile kıvranmaya başlamıştım. Ayakta duramıyordum. Bacağım çok kötüydü, sanki yüzerken ayağıma kramp girmişti. Taeyong üniformamı kıvırdı ve bacağımdaki derin kesik oradaydı işte. Sanırım o sırada gözlerim Taeyong'u ararken Bay Han'ın hamlelerinden kaçamamıştım.
"Gel, seni tanıdığım bir doktora götüreceğim. Kesik çok derin."
Başımı salladım. Normalde sürekli çirkef ve laf sokma yarışında olan ben, sus pus oturmama şaşırıyordum. Ayağa kalkmaya çalıştığımda yapamamıştım ve Taeyong kolumu tuttuğunda kalkabilmiştim. Arabaya bindiğimizde birden bire ona güvenesim gelmişti, aklımdan felaket senaryoları geçmiyordu. O nereye götürürse kabulümdü.
Geldiğimiz yer oldukça lüks bir mahalleydi. Arabadan indim ve bahçe kapısına ilerleyen Taeyong'un yanına topallayarak gittim. Hâlâ kabalığı üzerindeydi, bana yardım etme girişiminde bile bulunmamıştı. Bacağımın acısı gittikçe çoğalırken Taeyong zile bastı. Görüntülü diyafondan bizi gören kişi kapıyı açtı, içerisi sokaktan daha güzeldi. Yemyeşil bitkilerin arasında iki katlı bir eve bir hırsız ile gelmeyi beklemiyordum. Kapıyı açan kişinin tuhaf bir bebeksiliğe sahip yüzünden beklemezdim böyle bir evde oturmasını. Üzerinde önlük vardı ve içeriden mis gibi yemek kokuları geliyordu. Karnımın guruldamaması için dua etmeye başladığımda bacağımı unutmuş gibiydim.
"Taeyong?" Taeyong ile sarılıp selamlaştıktan sonra ondan ayrılan genç adam bana baktı ve eğilip selam verdi. Ben de ona aynısını yaparken yaralı ayağıma basmıyordum. Genç adam gülümsedi, "Tanıştırmayacak mısın bizi?" diye sorunca Taeyong beni kısaca tanıttı ve içeri girdik. Ev sahibinin Jungwoo adında olduğunu öğrenmiştim. Ayrıca doktorluğunu askerler arasında yapıyormuş, bu yüzden olay yerleri görmekte deneyimli biriydi. Taeyong yürümem için bana destek olurken onca şeye rağmen giysilerinden deterjan kokusu gelmesine şaşırmıştım, merakla koklamaya başlamaktan kendimi alıkoydum ve koltuğa oturdum.
"Jungwoo-ah, ne yapıyorsun orada?" diye seslendi Taeyong. Jungwoo kapıyı açmak için geldiğinde muhtemelen yemek yapıyordu ve davetsiz misafir olarak onu rahatsız ettiğimizi düşünmüştüm. Benden izin alarak bacağımı açtı. Genç bir doktor olduğundan, onu hiç tanımasam da gururlu hissettim. Yarayı görünce kaşları çatıldı Jungwoo'nun, Taeyong'a baktı. "Ne oldu?"
Ayakta, kollarını göğsünde bağlamış olan Taeyong ise omuz silkti, ne olduğunu ikimiz de bilmiyorduk. Bay Han niçin aniden delirdi ve bize saldırdı? Ben bunları düşünürken kimse sesini çıkarmıyordu. Jungwoo kalkıp hızlıca içeri gittiğinde gözlerimi Taeyong'a diktim. O da bana bakmış ve kendi kendine bu olayı düşündüğünü tahmin ettiğim hararetli bir yüz ifadesine bürünmüştü. Düşüncelerimden ayrıldığımda Jungwoo elinde ilk yardım çantası olduğunu tahmin ettiğim büyük çanta ile içeri girdi. Gözlerimi yaraya çevirdiğimde kanın sızdığını fark ettim. Koltuğa akmak üzereydi. Hızla bacağımı kaldırdım ve acıyla dişlerimi sıkıp nefes aldım. Taeyong gözlerini bana sabitledi ve yanıma eğildi.
"Ne oldu?!"
"Kan koltuğa akacak."
"Ne?" Taeyong bacağımı tutup yavaşça koltuğa geri bıraktı ve bana kaşlarını çatarak baktı. "Koltuğun ne önemi var şimdi?" Omuz silktiğimde dilini şıklatıp geri çekildi. Jungwoo çantayı sehpaya boşalttıktan sonra adını bilmediğim ama bilmem gereken bir sürü şey çıkardı. "Bir daha koltuk gibi gereksiz şeyleri kendinden önce tutarsan hiçbir yerini iyileştirmem." demişti, kıkırdadım. Kanı temizledikten sonra uyuşturmak için yaranın etrafına bir krem sürdü.
"Uyuşturdum ama yine de acıtabilir." Dikişe başladığında bacağıma bakmayı reddederek Taeyong'a çevirdim gözlerimi. O da bana bakıyordu. Sanki uzun zamandan beri onunlaymışım gibiydi. Samimi, fakat bazı yerlerde sürekli alay ettiği ve ciddiye almadığı için sinir bozucuydu. İyi arkadaşmışız gibi hissediyordum. Gözlerini benimkinden çekip ellerini kenetlediğinde bir sorun olduğunu anlamıştım. Kafasından neler geçiyordu kim bilir...
"Ya..." dediğinde kendime geldim ve ona baktım. "Aptal tavşan." dedi ve dediğine kıkırdadı. Bacağıma baktım, dikiş bitmek üzereydi ama kusmamak için tekrar Taeyong'a odaklandım. "Bundan sonra daha dikkatli ol."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
✔️ thief and cop | lee taeyong
FanfictionNAME | THIEF AND COP INTRO | "Adın?" diye sordum. Biraz düşündü. Yüzündeki alaylı ifade silinmiş gibiydi. Bakışlarını ayakkabılarına çevirmişti. "Lee Taeyong." dediğinde aynı anda birbirimize baktık. Ondan gözlerimi kaçırmadım. "Yaş?" "Yirmi bir." O...